Pazartesi, Ekim 24, 2011

deprem ömürlüğümden

0 teşebbüs
deprem,söyleyişte 2 hece.derinde bir doğal afetin fizikselliğinden ayrı,derin ve çokca kederli bir kelime.
99 depremi tanıştığım ilk depremdi benim.henüz ilkokul 3.sınıfa başlayacaktım.her gün deprem haberleri dinliyor,yaralı-ölü depremzedeleri görüyorduk.zede ilk defa duyduğum 2 heceli kederden çok yaralayıcı kelime.
annemin onları izlerkenki gözyaşlarını hatırlarım.hayatta en dayanamayacağım şeyin gözyaşı olduğunu o zamanlar tekrar tekrar anlamıştım.
deprem o kadar gözden o kadar yaş akıtmıştı ki henüz 8 yaşını yeni dolduran ben,depremi umursamamak istemiştim.tanımadığım kalabalıklara dua etmeyi öğrenip,çaresizliği tatmıştım. televizyondan, radyodan, açık kalmış gazetedeki enkaz resimlerinden kaçar olmuştum.
annemi gözü yaşlı enkazları izlerken bulduğumda"yeter artık anne,hasta edeceksin kendini."dediğimi hatırlıyorum.ve ekiplerin enkazlara seslenen "kimse yok mu?" seslerini.
okulun ilk günü öğretmen sormuştu,"yazın sizi etkileyen bir şey oldu mu?" diye.hep bir ağızdan deprem diyerek beklediği cevabı vermiştik.
"unutmayın"demişti o da,"afetler dayanışmaya en çok ihtiyaç duyan zamanlardır."
99 depreminin dayanışma,yardım kısmını ise net hatırlamıyorum,yaşımdan ötürü.
sadece kapı önünde bekleyen ilk yardım ve deprem çantalarını hatırlıyorum.bir de okulda ve maket otobüsteki deprem tatbikatlarını.çocukluk o tatbikat anlarını bile öyle zevkli hale getiriyor ki.
ve sonrasında uzun süre deprem hikayesi dinlediğimi,hep ya bir gün enkaz altında kalırsam nasıl nefes alırım diye düşündüğümü...

ben hiç deprem yaşamadım büyük yıkıma sebep olan.hatta pek fazla hissetmem de olanları.hafızamda hatırlanmaya değer birkaç deprem var.
ve işin güzeli tamamı eğlenceli yer etmiş.evet depremin bir de eğlenceli yüzü var.
yıl 2003.gece 1,5 2 civarı.ani bir sarsılmayla uyanıyorum.yatağım öyle sallanıyor ki düşmekten son anda kurtulup iki elimle yatağı kavrıyorum.
teşbihte hata olmasın çarmıha gerilmiş gibi bir haldeyim,fiziksel olarak zaten öyle ilaveten psikolojim de o tedirginlikte.arkadaki büfenin içindekiler şangırdıyor.hem de tarifsiz şiddet ve yoğunlukta.camın perdesi sallanmanın etkisiyle açılıp,karşıdaki parkın ve caddenin ışıkları ürkütücü görünüyor.
e haliyle tamam diyorum,birazdan bina çökmeye başlar.onca tatbikat,masa altına saklanma çalışmaları nerden aklıma gelsin ve aklıma o an musibete karşı zırh duası olarak öğrendiğim Ayetel Kürsi'yi okumak geliyor.ben de 'her şeyin başı psikoloji'cilerdenim.zaten inanarak yapılanın karşılıksız kalmayacağına şüphem yok.duanın etkisiyle ben rahatlıyorum ve deprem
de artık yavaşlayıp duruyor.o sıralar yaygın olan sır kapısı programları etkisiyle de sonrasında olayı "ben duayı bitirdim aynı anda deprem durdu." diye anlattım.yani aslında
"bak şu Allah'ın işine,ne sırlı olay geldi başıma öyle" demeye çalışıyordum muhtemelen :)

yıl 2005 şubat.akşam etüdünde okuldayız.hoca döküman dağıtıyor,bina sallanmaya başlıyor.hepimiz birbirimize şaşkın ve korkuyla bakıyoruz.hocamız sallanarak döküman dağıtmaya devam ediyor.başta afallıyoruz ama sonra bu rahatlık bizde de kahkahaya dönüşüyor ve binanın duruşunu bile hissetmiyoruz.gerçekten hiç unutamayacağım bir deprem anıydı.

yıl 2005 ekim-kasım.uyumak üzere yurt odamın kapısından içeriye giriyorum.bina öyle bir sallantı hareketi yapıyor ki,dengemi kurmak için tutunmak zorunda kalıyorum.ilk aklıma hasta ve ateşli
olarak ranzanın üstünde yatan oda arkadaşım geliyor.ona doğru çeviriyorum bakışımı.kalkmış,oturuyor.sersemlemiş olması muhtemel olduğu için nasıl anlatacağımı bulmaya çalışırken o tepkisinde hızlı.
"ya kaç kere söylicem,sallamayın şu odayı! kim sallıyor odayı?"diye çatıyor.güler misin ağlar mısın.o depremi yaşayanlar hatırlar baya uzun süreliydi.bir yandan denge sağlamaya çalışıp bir yandan "canım sakin ol,deprem oluyor,birazdan duracak" gibi telkinlerde bulunduğumu hatırlıyorum.apar topar karşıyaka çarşısı meydanına çıktık,bütün karşıyaka orada toplanmıştı. sağlam diye pijamalarla okula sığınmıştık.

benim deprem maceralarım yüzümde tebessüm oluşturacak cinsten genelde.bir an var yalnız hiç unutamadığım.yine okul esnasında sallanmıştık ve okul tatil edilmişti.herkes apar topar gitmek için hazırlanırken
karşıdan biri koşarak sarılıp ağlamaya başladı.sakin ol demiştim dostuma.o ise "nasıl sakin olayım şeyma,ya bir daha göremezsek."

"ya bir daha göremezsek?" hayatın, sevgilerin tümünde sordurduğu sorusu.benim de gözlerimden yaşları döken o soru.

küçüklükten beri,her ölüm haberi aldığımda ya çok yakınım ölürse diye düşünürdüm."nasıl yaşanır o hatıralarla" diye henüz gerçekleşmeyen ölümlere üzülürdüm.

"ya bir daha...","eğer ölürse..." her sevginin beraberinde gelir,kalbini burkar,gözlerini nemlendirip hiçbir şey yokmuşcasına uçup gider.

ve işte o bu sorulara en yaklaştığı zamandaydı.ailesi Van'da olan arkadaşım depremden sonra, hassas kalbi ne halde şimdi,diye korkuyla bastım arama tuşuna.bir süre çaldı telefon,süre uzadıkça cesaretim kırılıyordu.açtı,sesi iyi gelmiyordu.
2 seçenek belirdi kafamda sesini bu hale getirebilecek.seçeneklerden biri telefonun açılmasıyla hafiflemiş olsa da-zira aksi halde kimse telefona cevap veremez-,yine de kalbimde titreme getirmiyor değildi.ikincisini seçtim."bu ses ne böyle,hasta mı oldun yoksa?"dedim.
tabi ki anlamıştı arama sebebimi"yok şeyma,bizimkilere bir şey olmamış."dedi.rahatladım.endişemi saklamak adına numara yapmama gerek yoktu,normal konuşabilirdim artık.uzun bir süre telefonlarına ulaşamama psikolojisini yaşamamıştı,ulaşana kadar
ağlamış,hala daha kendine gelememişti belli ki.o da sormuştu hissederek"ya bir daha...?"

ve ardından diğer tuşlara bastım.hepsinin ses tonu aynıydı.hatlardaki yoğunluk uzaktakilere bugün çok kez sordurtmuştu "ya bir daha...?"

güzel bir pazar buluşması esnasında twitterdan öğrendim depremi.sayısal veriler sürekli değişiyor,başta 6,6 denilen deprem 7.0a,7.3e çıkıyor,tekrar 6.6 diye geliyor,ölü ve yaralı sayıları sürekli değişiyordu.bir süre tamamen haber sitelerinde sürekli değişen
verilere bakmaya başladım amaçsızca.bir yandan da çeşitli yardım fikirleri öne sürülmeye başlandı.Ahmet Tezcan İstanbuldaki evini açabileceğini,kiracı bekleyenlerin kış geçene kadar depremzedeleri ağırlamasını önerdi.Erhan Çelik de destek verdi ve fikir kampanya
haline dönüştü.ilk anda İzmirden de destek olabilmek amacıyla,en azından yazlıkların açılabileceğini düşündüm.yardım derneklerinden bazıları bu işi organize edebilirdi.sonra aklımı kurcalayan bir takım şeyler oldu.buraya gelen ailelerin iş bulma
sıkıntısı,onlara ne derece garanti verilebileceği önemli sorun.en azından 4 5 ay gibi bir zamandan bahsediliyor.ki evleri çökmüş de olsa işlerini de kaybetmek istemeyecek büyük bir kesim de olacaktır.depremzedeleri kendi şehirleri dışına çıkarmak ne kadar doğruydu vs.projenin izmir ayağı da yapıldı sonrasında.Ahmet Tezcan,Erhan Çelik
ve Esra Erol birçok programda yer aldılar bugün projeyi anlatmak için.inşallah faydalı bir yardımlaşma olacak.gsm operatorlerinin,galatasaray ve fenerium'un ve diğer bir sürü markanın gecikmesiz yardımlarında sosyal medyanın,ki özellikle twitterın,etkisi tartışılmaz.

bir de enkaz altında olduğunu,kıpırdayamadığını,farelerin olduğunu,yardım beklediğini tweetleyip duran bir hesap vardı.amacı depreme dikkat çekmek olsa da IP adresinin emniyete gönderildiği söylendi.ilk anda enkaz altında herhangibir bağlantıya nasıl ulaşabilir ki sorusu geldi benim aklıma.
ama bu olay gerçek olsaydı ve kurtarılsaydı twitter marka değerini katlayıp hatta başlı başına bir efsaneye dönmez miydi? :)

doğal afetler dayanışmaya en çok ihtiyaç duyulan zamanlar ve sabıra tabi ki.

Leave a Reply

Blogger tarafından desteklenmektedir.

Labels