Perşembe, Aralık 30, 2010

ben bebek özledim,kardeş istesem ayip midur?

1 teşebbüs
artık ilk dönemin son birkaç haftasına girdik.nasıl geldik bugünlere kısmını karıştırmadan fakülteme dair sevimli bir şeylerden bahsedeyim.
sevimli deyince akla ilk gelen varlık tabi ki küçük çocuklar.bıcır bıcır seslerle etrafta koşuşturmaları pedodonti karizmatik isimli çocuk kliniği önünde, o kata en sevdiğim kat ünvanını kazandırdı.tabi ki yakın sevemiyoruz; ki zaten çoğu ağrılı oluyor. sadece o sesleri duymak yeter,zaman zaman gürültüden ders işletmeseler bile
dün bir grup çocuğu toplamış, diş fırçalamayı öğretiyorlar.başlarındaki öğretim üyeleri;"şimdi herkes ağzına su alsın." diye komut veriyor.talimata uyuyor küçük bay ve bayanlar öğrenci ciddiyetinde.doçenti "öyetmenim benim diş fırçam neden yeşil?" sorularıyla sıkıştırıyorlar.
mesleki anlamda küçük çocukların tedavisini yapmak çok cazip gelmese de onların dünyasında bulunmayı çok seviyorum.

kendim de küçük bir çocukken başladı bebek sevgim.kardeşimin yaşı yakın olduğu için bebek özlemimi giderememiştim ara ara bahsediyorum farklı bir hayal gücüm vardı.yeni bir kardeş ütopik geliyordu sanırım, ben de kardeşimin küçülmesini istiyordum.bir ara da yıllar önce ikizimi ya da psikolojime bağlı abimi de olabiliyordu, kaybettiğimizi ve onun bir gün ortaya çıkacağını hayal etmişliğim de var ama o konu dışı şimdi:)
yeni doğan kuzenimle çokça vakit geçirince bebek sevgim ve dolayısıyla kardeş isteğim doyumsuzluğa ulaşmıştı.öyle çok istiyordum ki,oturup dua ederdim imkansıza yakın görünen kardeşe sahip olmak için.sonra bir sürpriz oldu ve onun geleceği haberini aldık hastahanede.bu habere gösterdiğim olgun tepkiler de geleceğinden emin olmamdan mıdır bilemiyorum.
9 aylık süreyi ne meraklarla,sabırsızlıklarla geçirdim.eve geldiği günden sonra uzunca bir süre onun bizim olduğuna inanamamıştım...sanki daha öncesinde bulunan bir boşluğu kapatıyor gibiydi.bu uzun bir konu aslında, başka bir yazının konusu olsun.söylemek istediğim yan odada uyanmasını beklemenin,kokusunu içine çeke çeke kucağında uyuyuşunu izlemenin,karşısında birkaç tatlı tebessüm etsin diye şebeklik yapmanın tadı hala damağımda ve o artık büyüdü.ve benim hala bitmeyen bir bebek tutkum var.
Continue reading →
Salı, Kasım 02, 2010

haşlanmış patatesin mutlulukla bir ilgisi olmalı

6 teşebbüs
az önce yemeğin yanına patates salatası yapmak üzere patates haşlayayım dedim.bir tanesini de kendime baharatlı peynirli püre yaparım diye gözüme kestirdim.planımı gerçekleştirdim ve püremi sıcakken yapıp yedim.o an o kadar hoşuma gitti ki o patates neredeyse salataya kalmayabilirdi.bir mutlu oldum garip bir şekilde baharatsız tuzsuz hali bile hoşuma gitti, patatesin dumanı zaten çok cazibeli gelir.ayrıca patatesin en sağlıklı hali haşlanmış olması daha da cazip.gerçi bazı vitaminleri pişirilince kayboluyormuş,çiğ suyunu için de denir ama onun beni bu kadar mutlu edebileceğini sanmıyorum :)
geçen sene bir edebiyat hocamız vardı.klasik bir cümle olcak ama bana edebiyatı o sevdirdi büyük ölçüde.kibar kibar şiirlerden bahseder, sonra da herhangi bir şiirin bir kelimesini değiştirin altına isminizi yazın buyurun sizin şiiriniz derdi.şu an onun sözünü dinleyeceğim ve şiirimi yazacağım.

yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem ama
haşlanmış patatesin mutlulukla bir ilgisi olmalı
                                                                          ş.erişik

ve meşhur patates diyetinin görseli.

Continue reading →
Pazartesi, Kasım 01, 2010

mimlendik de yazmadık mı

2 teşebbüs
birkaç gün önce ilk defa mimlendim ama yoğunluk iş güç derken anca yazabiliyorum.her ne kadar güzel olsun diye baskı yapmış olsa da taso'ya da teşekkürler, beni bu mime layık gördüğü için :)
mim konusu şöyleymiş;


Yaşadığımız tüm sıkıntıları, sevmediğimiz insanları, yapmaktan daral gelen işleri bırakıp tatile kaçıyomuşuz. Bizi yolcu etmeye gıcık olduğumuz tipler de geliyomuş ve biz alayına çalımlı bakışlar fırlatıp arabamıza bindikten sonra müziğin sesini sonuna kadar açıp tozu dumana katarak oradan uzaklaşıyomuşuz. Bu esnada arabamın modelinin ne olacağını ve son ses dinlemek istediğim şarkı?


bu soru başka bir zamanda sorulmuş olsaydı,arabamı neoplan seçip yolcu etmeye gelen gıcık olduğum kişiler de dahil herkesi içine doldururdum.uzun yolculuklara karşı bir zaafım var.börek çörek,içecekler,çerezler her şey tamamlayıp her gördüğümüz piknik alanında durmalıyız ki yolculuk süresi iyice uzasın.


tabi böyle bir ortama hareketli şarkılar gider ki tempo tutabilelim.bu hakkımı da bulutsuzluk özleminden güneye giderken veya yine düştük yollarayla kullanırdım.yol temalı hem.


ama madem aylardan kasım mevsimlerden sonbahar,içe dönmenin vakti daha sakin bir tatili tercih ediyorum.arabam bana nedense duygusal bir imaj veren maserati gran cabrio olsun.


üşürsek üstünü kapatırız.


şarkı da bir sonbahar şarkısı olsun istedim ama sonbahar şarkılarının nerdeyse hepsi hüzünlü olur.yine aylardan kasım iyi ama fazla klasik.her ne kadar duygusal bir yolculuk olsun desem de bu araba altımdayken ne kadar hüzünlü olabilirim ki:)
o zaman şarkım grup gündoğarkenden sen benim şarkılarımsın olsun.sözleri,ismi,müziği bence çok uyumlu ve güzel.çok da güzel söylüyor.


Belki bir şarkının her sesinde
Belki bir sahil meyhanesinde
Belki de içtiğim sigaranın
Dumanısın
Bir yıldız gökte kayıp giderken
Islak bir yolda yalnız yürürken
Bambaşka bir şeyi düşünürken
Aklımdasın
Sanki hiç gitmemiş hep var gibi
Bir sırrı herkesten saklar gibi
Sessizce sokulup ağlar gibi
Yanımdasın
Beni bir şeylerden aklar gibi
Koparmadan çiçek koklar gibi
Hiç bozulmamış yasaklar gibi
Aklımdasın
Geçmiş değil bugün gibi
Yaşıyorum hala seni
Sen hep benim yanımdasın
Gündüzümde gecemdesin
Çalınmasın söylenmesin
Sen benim şarkılarımsın



ben de pek yazmayan süleyman ve yusrayı mimliyorum.buyurun yazın bakalım.
Continue reading →
Perşembe, Ekim 07, 2010

pedal kontrol altında

2 teşebbüs

laboratuvarda kullandığımız mikromotor pedalla çalışıyor.pedal olayı kompleks birşey.boyu kısa olanlar basmakta zorlanabiliyor,ara ara pedallar kayboluyor ayaklar yerde aranmaya başlıyor.pedala kontrolsüz bastığın zaman işinin mahvolma ihtimali yüksek.bu yüzden tedirgin oluyorum sürekli.

pedalla ilk tanışmalarımız bisikletle oldu.zamansız bir hamleyle tersliğe sebep olma riskini hep hesapta tuttuğumu hatırlıyorum.yokuş aşağı yolda pedal boştayken pedala yanlış bir dokunuşun sonucu hoş olmasa gerek.

sonra araba pedallarıyla tanıştık.bu sefer durum daha ciddileşti.bazı arabalara yapılan yanlış bir pedal hamlesi stop ettirebilir,burda iş tamamen o pedala basana düşüyor.hareketin dengesini sağlayabilmek için temkinli ve dikkatli davranmak gerekir pedal konusunda.
temkinle dengeyi kurman yeter.pedalın taşıdığı zorsa artistik patinaja gerek yok,oralarda mutlaka gözlemleyip acımaya hazır olan teyzeler vardır madara olmak istemeyiz değil mi :)
Continue reading →
Pazar, Ekim 03, 2010

ayazda kalmadan

2 teşebbüs

sabah babamla sahile doğru yürürken üşüdüğümü hissettim.uzun süredir olmayan bir şey tabi,garipsedim.
ispirto ocağının ateşinin rahatsız etmeyeceği,aksine daha cazip olacağı günler başlamış.bitki çaylarının fincanını ellerimi ısıtsın diye sımsıkı tutunca,aslında soğuğa rağmen sıcağı bulmanın ne kadar kıymetli olduğunu farkettim.
kat kat giysili her dışarıya çıkışta tedirginlik getiren zamanlar başlamış olsa da bu mevsim çok farklı.
zaman bu derece hızlı geçiyorken bu mevsime doyabilmek mümkün mü bilemiyorum..
Continue reading →
Cumartesi, Eylül 18, 2010

yeni bir yıl

0 teşebbüs

yeni sezonun açılmasına saatler kaldı.ve başlamadan biraz bu sene hakkında yazmak istedim.birşeyin başında ve ortasında konuşmam pek bitmesini beklerim.o yüzden özet halinde olduğu kadar anlatayım.
geçen senelerden farklı bir sene bu,klinikten önceki son sene.tam hazır olduğumuzdan emin olmamız lazım sona gelince.eğer birşeyleri önemseyen biriysen yükümlülüğü fazla.hassas bir meslek bizimki hatayı affetmez.hem bilim hem sanat derler hocalar daha ilk günden itibaren.
geçen gün hocalarla konuşmaya gittim..uzun uzun artık not için çalışma devrinin kapandığından, kendimizi öğrenci olarak görmememiz gerektiğinden konuştuk.onların hep söylediği birşey vardır.yarın birgün bir hata yaptığında hasta "bunu yapandan.bunu buna öğretemeyenden.."diye başlar saymaya bize de laf getirmeyin derler.sonra da anneniz,babanızı,çocuklarınızı da siz tedavi edeceksiniz hatta belki biz otururuz o koltuğa diye ilave ederler.
bir işte iyi olan bir insanın en temel prensibidir hakkını verebilmek.
evet benim alıştığımdan çok farklı bir yer burası.kendimi yıllardan beri sayısal anlamda birşeyler yaparken buldum.günlük anlatılan konunun tekrarı soru çözmeden nasıl yapılır uzun bir süre tam anlamıyla algılayamadım bile.buna karşılık en sevdiğim kısmı pratik el işleri oldu ki bununla da daha önceden pek bir geçmişim olmamıştı.ilk defa zekanın çok da işe yaramadığı bir yerdeyim.
ilk sene artı şeylere çok fazla yer vermiş olsam da bu senenin ciddiyetine binaen böyle bir program yapmıyorum şimdilik.plansız başlamak istiyorum,biraz daha okul ağırlıklı olacak gibi ama emin değilim bunun doğru olacağından yada tam anlamıyla istediğimdenço yüzden şimdilik gelişine bir başlayalım sonra duruma göre şekillenir herhalde.
ilk dönem ek olarak tedavi kürsüsü var klinik derslerinden.bu ders için hastahanelere kavanoz bırakıp diş topluyoruz.daha sonra gerçek dişleri ağız dışında işleyerek ciddi ilk adımları atmaya başlayacağız.süt dişleri dökülen kardeşimin her dişi çıktığında "abla bak sana diş.."diye sevinçle getirdiği dişler de süt dişi ihtiyacımı bir nebze hafifletiyor.
ikinci dönem itibariyle diğer kürsüler de başlayacak.tabi bunun yanında on küsur tane tıp dersleri mevcut.
ve bizim fakültede asla hataya tahammül yoktur.bizim bölüm için 2 fakülteden kaçın demişlerdi.biri ankara diş diğeri ege diş.tercihleri çoktan yapmıştım o zaman ama eğer konusu insan olan bir meslek öğrenilecekse en iyi
 en sıkı yapan yerden öğrenilmeli diye düşünüp o zaman da kaçmazdım sanırım.
görün bakın ne kadar çalışıyoruz içiniz rahat olsundan ziyade eğer sıkılmış görürseniz bizi bazen sebebi hakkında bilgi sahibi olun diye anlatıyorum..mezunlarla konuşunca genelde bizim için sabır dilerler.okuması çok zordur belki ama sonrası güzel ve rahattır korkmaya gerek yok hatta varsa tanıdığınız bu işi kaldırabilecek yönlendirin sonunda pişman olmayacaktır.
bir matematikçinin hayatında bu kadar çok biyoloji olması belki ilk defa değildir ama benim başıma 19 yıllık hayatımda ilk defa geldiği için şu an matematiği oldukça özlüyorum.evde olimpiyat yıllarından kalma dergileri buldukça bu özlemi karşılamaya çalışıyorum ara ara.matematik bir hobi halinde hayatımda kalmaya devam edecek ki bu en güzeli..
Continue reading →
Salı, Eylül 07, 2010

enflasyon düşsün,küre artık ısınmasın istiyorum

0 teşebbüs



titanik izleyip de hayatımın filmi bu etkisini bir süre üstünden atamayan yoktur herhalde.
önemli bir film,etkileyiciliği belki de biraz gerçekten uyarlanmış olmasında.ne my heart will go on'u ne de son sahnenin üzerimdeki etkisini unutabilirim.
celine dion'un hayatındaki bence en güzel iştir bu şarkıyı seslendirmek.şarkı güzel yorum güzel ve tabi ki film sahneleri unutulmaz.
işte bu unutulmaz filmin 2.si çıkacakmş diye dedikodular yayılmaya başlamıştı geçmiş gün bilmem ne tarihinde.senaryo da şöyleymiş güya.bizim jack rolüyle leonardomuz buzların içinden çıkarılacakmış bir asır sonra,hayata döndürülecek ve aşkını aramaya başlayacak.ve hatta my heart will go on remixi kullanılacakmış :)
bu son bilgiyi yeni gördüm bu arada ama ilk önce bu haberi duyunca çok bozulmuştum,gerçekçiliğinin tamamen yok olacağı ve tadının damakta kalmasının daha uygun olacağı düşüncesiyle.
film izlemeyi düşündüğüm bir sıra hadi bakaym bakalım neler olacakmış diyerek bir cesaret seçimimi titanik2den yana kullandım.
yalnız ilginç bir durum vardı oyuncular içinde leonardo geçmiyor.o an anladım esrarengiz birşeylerin döndüğünü.neyse gel zaman git zaman film ilerledi.ben hala daha bir umut belki çıkar diye merakla bekliyorum.sonra dayanamadım filmi durdurup internetten bir araştırma evresi geçirdim.işte o sıra bilgilerimin hepsini yazan birkaç yerle karşılaştım.ek olarak my heart will go on'un remixi olayı işte.
film basit bir senaryo etrafında döndü ve bitti.zaten pek izleyici toplamamış imdbsi 3.4.titanik olarak değil de normal bir aksiyon filmi diye izleyebilirsiniz.hafif bir duygusallık da mevcut.
normalde filmin sonunu söylemem ama bilin bakalım noluyor en son?
yine küresel ısınma oluyor ve karşılarına buz dağı çıkıyor.artık gemilere titanik yerine babam sağolsun,baba parası değil alın teri gibi isimler koysunlar bence, makus talihlerini yenemiyorlar.
şu uydurma snaryo işini de kim çıkardıysa artık,filmin fragmanında bile leonardonun farklı filmlerinden görüntüleri vardı.baya bir organize olmuşlar anlaşılan
Continue reading →

ben bende değilim ki sendeki beni sevdim

0 teşebbüs



murat çelik dinlediniz mi hiç?
düş sokağı sakinlerinin solisti murat çelik.sade tarzını seviyorum onun.
bu şarkısı şu sıra oldukça dilimde..
Continue reading →
Pazar, Ağustos 29, 2010

şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler

0 teşebbüs

teknoloji ilerleyip yayılırken homojen olduğunu görebilecek miyiz acaba?
ne zaman acele içerisinde fotokopi çektirmem gerekse korkulara kapılıyorum artık.çünkü herhangi bir fotokobi yada kırtasiyede gelişmiş bir cihazın bulunma ihtimali çok düşük.normalde belli yerleri tercih etsem de bazen tercih edebilecek bir yerde bulunmayabiliyorum.işte tam da böyle bir zamanda girdim o kırtasiyeye.çekilmesi gereken onca sayfa ve karşımda çocukluğumda gözümün aşina olduğu bir cihaz.seçme şansım yoktu çünkü bundan az önce bir başkası biraz beklersek çekebileceğini söylemişti.tabi ki beklemedik.
fotokobi çekecek amca yaşının getirdiği yavaşlıkla hareket ediyor,hala yolun başında olduğunu gördükçe gözümde o sayfalar iyiden iyiye büyüyor kendimi neyse bize müsade dememek için zor tutuyorum.fazladan toner yiyebilecek yerleri beyaz kağıtla kapatıyor,sonrasında kağıdı ters yerleştirdiğini farkedip baştan çekiyor.
kara kara düşünüyorum o an başka ne çözüm bulabilirim diye.bir ara bir kısmını gözden çıkarıyorum ama onlara da ihtiyacım var.
orda dakikalarımı hatta bir saatimi amcayı izleyerek geçiriyorum.içten içe yıllanmış emektar makinaya üzülüp,bir yandan da sevgili fotokobicimizi özlüyorum.
sabrın sonu selamet olunca ve makine yeterince sayabilecek güce sahip olmayınca bizim amca fotokobileri saymaya başlıyor.parmağını ağzının üstündeki epitelden ıslatarak sayfaları tek tek çeviriyor.
ne zaman iç rahatlığıyla her yerden fotokobi çektirebileceğimizi merak ediyorum.
hadi fotokobi üzerine bulaşan o sıvıyı geçtim de boşuna geçen o zamanlar ne olacak..
Continue reading →

evet beyaz,hayır kahverengi

0 teşebbüs
ağzımdan çıkabilecek en zor kelimedir hayır."hayır"lı cevaplarda genelde alternatif cümleler kurmaya çalışır içimdeki birşey.çünkü hayır kırıcıdır ve hayatta en tahammül edemeyeceğim şey kırmak.
bazen bu "hayır" kullanmadan kurduğum "hayır"lı cümle evete bile dönüşebilir,eğer çok da farketmeyecekse.
bazense olmazsa olmaz "hayır"larda kaçınılmaz sonuç için "hayır" mazeretleri sıralanır.
oysa evet zariftir.gururla çıkar ağızdan."evet geliyorum","evet alabilirsin","evet yapabilirim","evet kabul ediyorum" evet evet evet..
çünkü kimse sormaz evete hesap.o sempatiktir,yumuşak huyludur.halbuki evet çok önemli birşeyi kırar;"hayır"ı.
"hayır"ın kazanımları "evet"in görkeminde kaybolur.
"hayır"ın sebepleri "evet"le birlikte uzaklaşır.
"hayır"ın direncini "evet" kırar.
bazen bir "hayır"ın altında çok fazla anlam olabilir.
ve evetin gölgesinde kalmayı haketmiyor hayır.

tabi ki seçimlerde boş oy atalım demeye çalışmıyorum.o konu başka :)
Continue reading →

maskenin altındaki yüz

2 teşebbüs
hiç ergenlik belirtisi göstermedim ben.
mesela hiç ayarsız sinirlenmelerim,ani tepkilerim,asiliklerim olmadı.annem hiçbir değişim olmadığını ne zaman girip çıktığımı anlamadıklarını söyler.evet kendimi hiç zor bir dönem yaşarken hatırlamam ben.belki de o zamanlar tüm bunlara vakit bulamamın bir faydasıdır.
ergenlik sivilcelerim de olmadı fazla.stresli de değilim sivilce çıkaracak kadar.arada tek tük çıktığında devamının gelmesinden, belki de ergenliğe giriyor olmaktan korkup faaliyete geçerim hemen.
birkaç tane çıktığını görmemle start verdim hemen.cildim hassas olduğu için her maskeyi kullanmak istemiyorum,daha doğallarına yöneliyorum.bu maske kuruyunca sertleşiyor hemen yıkamak gerekiyor.gece sürdüm ve muhabbete daldım.tabi maskeli olarak yüz yüze konuşmam kimseyle,klavye yoluyla.yavaş yavaş kurumaya başladı muhabbet bırakamayacağım bir yerde.bir ara annem içeri girip "aman kamera açayım deme" dedi.
maske artık iyice kurudu.yüz mimiklerine ihtiyacım olmadığı için o an herhangi bir sorun yoktu.amcam nerde olduğumu sorunca anneme bir gidip görüneyim dedim.maksat o korkunç halle şöyle bir görünüp çıkmaktı.ama o an çok kötü birşey oldu.evet onu yaptım ve ben güldüm.oysa mimik vermemem gerekiyordu.o an bütün anatomik noktalarımın isyanına şahit oldum.bu karanlık ve dar asansörde kalmak kadar çaresizlik.maskeyi çıkarana kadar yüzüm o halde kaldı.
yüzümü yıkarken benim zavallı cildimin alabileceği renk ve halleri düşünüp hafif korkuyla aynaya baktım.neyseki herhangi bir kaybımız yok sağ salimim.
Continue reading →
Cumartesi, Ağustos 28, 2010

İmparatorluğun Yükselişi ve Çöküşü

1 teşebbüs

En önemli Atatürk biyografilerinden birinin yazarı Lord Kinross'un Osmanlı kitabını gördüm gece.
Patrick Kinross 1952'de İngiltere hükümetinin Atatürk hakkında biyograf yazmasını istemesiyle 5 yıl Türkiye'de kalır.Bir İngilizden beklenmeyecek objektiflikte derin araştırmalarla önemli bir eser ortaya koyar.
Biraz başladım okumaya.Alışkın olmadığım bir stili var anlatımında.Osmanlı'nın son zamanları hakkında okurum genelde.Bu yüzden Osmangazi Orhangazi hakkında pek ayrıntılı bilgilere sahip değilim.
Kitapta Osman'ın 13,yüzyılda putperest moğol baskısından kaçan şamanist Türklerden biri olduğunu söylüyor.Eskişehir taraflarında konakladığı bir evde duvarda asılı duran kitabın ne olduğunu sorup Kuran cevabını alıp sabaha kadar saygıyla okuduğu ve sabaha karşı uyuduğunda rüyasına bir melek girip "kelamımı böyle büyük bir saygıyla okuduğuna göre,çocukların ve çocuklarının çocukları kuşaklar boyu onurlandırılacaktır" diyormuş.
Osman rüyasında bedeninden fırlayan bir ağacın bütün dünyayı kaplayıp altında 4 sıra dağın uzandığı ve 4 nehrin Fırat,Dicle Nil ve Tuna'nın bu dağların arasından aktığını görüyor.Ayrıca istanbul'u 2 yakutla 2 zümrüdün arasına oturtulmuş bir yüzük olarak görüp tam parmağına takacakken uyanır.Edebali bu rüyayı Allah'ın yolladığı bir işaret olarak yorumlar.Osman Şeyh Edebalinin kızıyla evlenmek isteğinde bulunduğunca onay vermeyen Edebali kızını Osmanla evlendirip soylarını büyük bir gücün ve zaferlerin bekleyeceğini söylüyor.
Yalnız çokca anlatılan bir kıssa vardır.Osman o gece duvarda Kuran asılı olan odada saygıdan ayaklarını uzatıp yatmaz.Yani bildiğim kadarıyla Osmangazi şamanist değil zaten müslümandı.
Osman ve oğlu Orhanı çok güçlü,kabiliyetli olarak anlatıyor kitapta.
Başarılarının en büyük sebebinin adalet olduğunu söylüyor.Onlar yobaz değil tam müslümandı diyor.
Biraz farklı inançlarla yazılmış sanırım ama okumaya değer diye düşünüyorum.
Continue reading →
Çarşamba, Ağustos 25, 2010

bari bavul kalsaydı

1 teşebbüs

Yeşilçamın herkesin hayatında az çok bir yeri vardır.
Benim çocukluğum Gülşen Bubikoğlu Tarık Akan filmlerini kollamakla geçti.Evet o ikisi benim favori çiftimdir,ayağa kalktıklarında ortaya çıkan yaklaşık 25-30 cmlik boy farkını görmezden gelirsek.
Yeşilçam filmi izlemek istediğim bir zaman diliminde tvde zapping yaparken karşımda birden Filiz Akın'ı gördüm.Tabi başrol oyuncuları önemli, birde aktör Kartal Tibet.
Filiz Akın dublajı klasik "n"harfi yoğunluğu içinde peltek ağızla yapılmış.
Senaryo zengin kız fakir oğlandan biraz daha farklı ve karışıktı.O an bu filmi seçerek ne kadar isabet ettiğimi anladım.
Filmin son kısmında Şehbar Mübin'e kızıp İstanbul'dan İzmir'e dönüyor.Hocasına durumu anlatıyor.Hocası eşi kanserden henüz ölmüş kardeşi Selman'la evlenmesinin uygun olduğuna karar veriyor.
Yıldırım nişanından eve döndüğü zaman Mübin karşısına çıkıyor ve Şehbar artık nişanlı olduğunu ve kararından geri dönmeyeceğini söylüyor.
Mübin'in gidişiyle üzüntüden hastalanan Şehbar'a yeni nişanlısı Selman'ın ilgisi Mübin'e aşka tövbe ederek gitme kararı aldırıyor.
Basmane Garı'nda vedalaşıyorlar
-saadetler dilerim Şehbar
-sen de mutlu ol Mübin
-ben artık mutlu olamam,aşka tövbeliyim
şeklinde bir ikili dialog başlıyor.
-ama niçin Mübin nedir seni aşka tövbe ettiren?
-bir kadın
-çok mu kötü bu kadın
-aksine eğer kötü olsaydı unutmak daha kolay olurdu
Selman ve hocası bu ikili dialogu izliyorlar.
Mübin trene doğru yöneliyor.Selman:
-dur Mübin sen kalacaksın
Mübin geri iniyor trenden
-her ikinizde birbirinize aşıksınız.ben bu aşkın önüne geçemem.bu yüzden sen burda kalacaksın..., diyor
o an merakla bekliyorum napacağını.ayağa kalkıp dikkatle bakıyorum ve
-...ben gideceğim diyor.
Mübin'in elindeki bavulu alıyor ve trene biniyor.
Şaşkınlıkla ekrana bakıyorum
İzmir'de yaşayan Selman'ın, İstanbul'da Mübin'in bavuluyla ne yapacağını açıklamıyorlar ama daha önce Selmanla evlenme kararı çıkaran hocası orda manidar bir konuşma yapıyor
-söylemiştim size,aşka tövbe olmaz!
Bir yandan da hareket etmekte olan trenle giden Selman'a el sallıyorlar.
Ne senaryolar yapılmış zamanında.Onları izledikçe büyük gelişme olduğu hissine kapılıp mutlu oluyor insan mecburen.Ama iyi desarj ediyor insanı
Unutmuşum 60 70lerin filmlerini.Bu kaynağı keşfettim tekrar,kaybetmemeliyim.
Continue reading →
Çarşamba, Temmuz 14, 2010

Don’t you let me go Baby don’t you let me down

1 teşebbüs

uzun zamandır dizi izlemiyorum,bırak bağlanmayı..
aslında istiyordum sonraki bölümünü merak edeceğim bir dizim olsun,sonunu tahmin edeyim,kötü karakterlerine kızıp iyilere işte bu diyeyim.
çocukluktaki gibi anahaber sonrası 20:45de başlayan bir dizi hayal edecek kadar hayalperest değilim,en azından günün herhangi bir saatinde evet şimdi uygun izlemeliyim demeyi istiyordum.
dizilerin çoğuna cesaret edemiyorum.4 sezon uzun bir süremi alır ya da bir yerden sonra yarım bırakmam gerekebilir.bu yüzden artık ümidimi kaybetmiştim.
birgün bir arkadaşım elime bir dvd verdi ve:
-çok şirin bir dizi,izlemelisin.
-konusu ne,ne yapımı?
-kore yapımı,çok şeker birşey ya.
kore yapımı film önyargısını daha önce a moment to remember'la kırmıştım.hollywood filmleriyle büyüdüm,arada romantik fransız filmleri ya da hollywood özentisi Türk yapımı filmlerini izledim.uzak doğu filmlerini pek bilmem jackie chan bile uzak geliyor bu yüzden.bu diziden bahsederken yüzünde oluşan tatlı tebessüm izleme konusunda tereddüt etmememi sağladı.insanların son zamanlardaki itici kore hayranlığına rağmen..
-yalnız ben dizi takip edemiyorum uzun süre.
-her biri 1 saatten 16 bölüm.
işte bu tam olarak istediğim şeydi.
dvdyi aldıktan sonra yaklaşık her gün başladın mı diye sordu.ama ben bir türlü başlayamıyordum.ve bir hafta sonra başlayabildim.
ilk bölümlerinin çok eğlenceli olması diziye devam edeceğimin bir belirtisiydi.o çekik gözlü insanlar inanılmaz sevimli olmayı nasıl başarabiliyorlar çözemiyorum.
4. bölüme kadar bir hayli eğlenip güldüm,sonra geldik 4.bölümün sonuna.
ağlıyor muyum?hayır ben film izlerken ağlayamam,nasıl ağlayabilirim ki onlar senaryo gerçeklik payı düşük.tamam tamam bildiğin ağlıyorum.
bazı insanlar izlediği her filmde ağlayacak bir sahne bulur.ben genellikle gerçek dışı şeyleri yeterince önemseyip ağlayamam yalnız başıma izliyorsam,sürü psikolojisiyle belki..ve bu çok kere konu olmuştur. duygusallığımı bile akılla kontrol ettiğim söylenir :)
yalnız kendimde farkettiğim bir özellik yaşlılar ölürken ya da acı çekerken hiç düşünmeden kendiliğimden ağlıyorum.
aslında kendime haksızlık etmemelyim,gayet ağlıyorum.sadece diğer insanlarla kıyaslanınca az görünüyor sanırım.
neyse bu öyle 5. bölümden başladı ve 15.bölüm de dahil her an ağlayacak birşeyler bulabildim.
16.bölüm açlmadığı için internetten izlemeye başladım ama çok fazla takıldı.hayır bu son bölümü bu şekilde ziyan etmemeliyim.
son 5 bölümdür bitmeye yaklaştığı için oldukça üzgünüm.bir daha bir diziye böylesine bağlanabilir miyim?bağlansam bile onun yerini tutar mı?
dizide kullanılan müzikler farklı bir heyecan veriyor bana.aslında oldukça basit müzikler..
senaryo da bildiğin yeşilçam senaryosu pek bir orjinalliği yok.romantik komedi filmde ayrıntılar çok önemli.daha önce izlediğim kore filmlerindeki gözlemlerimde ince ayrıntılarla senaryoya etkileyicilik katıyorlar e ben de etkileniyorum.
bize çok benzettim.büyüklere verdikleri değer,sevimli kıskançlıklar,bağlılıklar..ama kötü karakterleri bizimkilere göre bir hayli iyi kategorisinde kalıyor.
bu işi açıklığa kavuşturup dizinin ismini söylemeliyim sanırım artık.onun adı; MY GIRL.2006-2007 yapımı olmasına rağmen Kore teknolojisi gerçekten çok ilerde.
hiçbir aksiyon ve mantıksal örgü söz konusu değil.olay örgüsü itibariyle orjinalliği de olmayan bu dizi beni oldukça etkisi altına aldı.son bölümü izlemek istiyorum ama bitince ne olacak..
en çok Seol Gong Chan karakterini beğendim.verilen psikoloji çok iyiydi ve oyuncu Lee Dong Wook bunu çok güzel taşıyabilmiş.
joo Yoo Rin karakteriyle Lee Da Hae de çok sempatikti.
Gong Chan gururlu ve karizmatik bir işadamı,Yoo Rin ise babasıyla sokaklarda yalanlarla büyümüş kendi kendine başının çaresine bakmaya çalışan bir kız.ünlü bir tenis şampiyonu eski sevgili,çapkın bir arkadaş,hasta bir büyükbaba ve onun kaybolan torunu..ve sonra olayların ve onların değişim süreçleri.
yani gayet basit bir senaryo ama olay küçücük ayrıntılarda gizli.
şuan biteceği için çok üzgünüm.tekrar izlemek de hiç tarzım değildir ki..
ve son olarak asansörden inerken nefesini tutarsan dileğinin gerçekleşeceğine kim inanır ki? :)
Continue reading →

ben bir ikizlerim

2 teşebbüs

blogun tasarımını içime sindiremedim sanırım.
ya da değişiklik olsun istedim.
şablonundan ismine hatta adresine kadar birçok şeyle oynadım.
ve sonuç olarak eski yorumlar silindi.
mükemmelliyetçilik...
mükemmele ulaşmak zordur.
fazla değişimci de olmamalı herhalde.
değişiklik sabit birşeylerin üzerine yenilerinin eklenmesiyle güzeldir,eksilmesiyle değil.
Continue reading →
Salı, Temmuz 06, 2010

Ah şu eller, eller ellerr..

4 teşebbüs


Kültürümüzde elin yeri çok önemli.Çocukluktan başlar el temizliği,bakımı.Dışarıdan girer girmez banyoya yönlendirilir çocuklar.yemekten önce ve sonra emin olunana kadar yıkayıp yıkamadığı sorulur.Tırnaklar sık sık kontrol edilir
temiz mi diye.Yetmez törpü kullanılır.Bayanlar manikürden vazgeçemez.Çeşit çeşit el kremleri kullanılır,sabah ayrı gece ayrı.Önemlidir el zerafeti temsil eder hem bayanda hem erkekte.
Görüntüsü kadar işlevi de önemlidir elin.Çok küçükten başlar el alıştırmaları;legolar ve oyun hamrlarıyla.Kızlar el becerisi kazanmak için kurslara gönderilir;dikiş nakış,resim,ebru,cam sanatları gibi..Küçük erkeklerde durum biraz daha farklıdır.İnce iş becerisine gerek olmadığı için
olay biraz da tercih meselesidir.Tabi her zaman için beceri kazananlar bir artıyla başlar.
Parmak uzunlukları karşılaştırılır.En uzun olan filenin protokol bölümüne geçmeye hak kazanır,voleybolda.Basketbol topu da el boyutunu önemser.
Örgü,oya,nakış işlerinde hız ölçümleri yapılır.En hızlı olan becerisinin haklı gururun yaşar.
Her uzuvun yeri ayrıdır ama el bambaşkadır.Sevgi damarı da iki parmak arasındadır.Zor anlarında elinden tutan olur en kıymetlin.
Bir diş hekimi adayının kuşkusuz en büyük sermayesi elleri. Sermaye değerinin düşmemesi için de dikkat etmeli.Yakmamalı,kesmemeli,burkmamalı..İyi bakmalı,sahip çıkmalı kısacası.
Protezin ilk temel maddelerinden biri olan mumun da işlenebilmesi için ateş denen el epiteli için çok tehlikeli madde şarttır.en başta "uff,yandım" söcükleri çok kez duyulurken bir süre sonra
mecburi bir alışma yaşarsın,hem psikolojik olarak hem de derin hissizleşir.
Kullandığımız mumların iki çeşidi var.Biri plaka mumlar,diğeri de ekzotermikliği daha yüksek bir maddeden olan renkli mumlar.Tabi biz bu ekzotermikliği değişen mumların etkisinin de değişeceğini hesaplayamıyoruz başta.
Hissizlik aynı hissizlik..
Plaka mumlar damladığında eline küçük çaplı kafaya takılmayacak yanmalar olur,duruma alıştıktan sonra.Bu yüzden yanmaktan pek korkmazsın.Ama kasdettiğim son 10 dk dedikleri zaman mum yerine elini ateşe tutmak değil.O vakitlerde
kazanmış olduğun hissizlik yeteneği işe yaramıyor,gözlemlerime göre.
Bir de olayın renkli mum damlama boyutu var.Bu öyle bir acıdır ki içten içe sızlatır insanı.Geçer nasıl olsa diye, sen düşünmeyip ilgilenmedikçe benliğini eline geçirir ve bütün hücrelerin oraya yönelir.Sonuçta su toplayan elinle
"yapmıyorum lanet olsun" bile dedirtebilir insana.Farklıdır yani bu acı bir defa bu duruma düşen asla hissizlik yeteneğine güvenemez.
Voleybol,bowling hatta tenis bile tehlikelidir.Herhangi bir sakatlık durumunda "olamaz yarın n'apcam laboratuvarda" diye düşünmek zorunda kalırsın.Hatta bazen daveti reddetmek zorunda kalabilirsin.
Ve tabi sırada mutfak kazaları.Yağda kızarmak,kızgın fırının tavanına bu değerli uzvu yapıştırmak,bıçak darbeleri...Mutfak büyük bir tehlike.Sakınılan göze çok batar ilkesinen yola çıkarak talihsiz serüvenler dizime bir yenisi eklendi.Henüz yeni sıcağa maruz kalıp yanan
elim yeni yeni kendine gelirken-ki bu yanıkları önemsemiyorsun-keskin bir bıçak kemiğe fena dayandı.Akan kanı durdurmaya çalışırken 2 farklı boğumundan da aktığını farkettim.Bıçak sekme yapmış;baş parmağın bir boğumunun derisini kaldırıp,
diğer boğumun kemiğine kadar ilerlemiş.Uzun süre durduramadım kanı,baya baya canımı acıttı.
Ve bunu ilk söylediğim kişiden "hiç dikkat etmiyorsun eline,onlar senin ekmek kapın" tepkisini aldım.
Ama şimdi ben de o acıyı çekerken bunları düşünmedim değil :)
Continue reading →
Pazartesi, Temmuz 05, 2010

twitterlılaştıramadıklarımızdanmısınız?

3 teşebbüs

Bir hayran Gülben Ergen'in twitter hesabından
"uc cocuk, yogun bir kariyer, kosturma, hemde hep guzel hep guzel.sonucunda nasil yorulmuyorsunuz??? Bu isin bir sirri var mi? :)"
cevap gelmiyor.bir daha
"simdiki genclik sizin basardiklarinizin 10'da 1'ini basarmaya calisirken yoruluyor! nedir bu isin sirri? ltf aciklayin! :) ipucu?!!"
Gülben Ergen'den cevap:
"Allah'a sımsıkı sarılmak ama sımsıkız"
Bir an için twitter açıp Gülben Ergen takipçisi olmak istedim nedense.
Continue reading →
Pazar, Temmuz 04, 2010

cemal süreyya

0 teşebbüs
Ankara,
En iyi kalpli Üvey ana,
Bu şehri bu kadar yalın anlatan başka bir şey olamaz sanırım.
Sorumluluklarını bilen, asla kötü davranmayan ama sonuçta bir üvey ana
olan Ankara.
Bu şehirde insanlar bekler. Emekliliği, askerin bitmesini,
rüşvetin gelmesini, gönderdiğiniz evrakın cevaplanmasını , suskun devletin
konuşmasını beklerler.
Taşı çatlatacak bir sabırla bir şeyleri beklerler, kim bilir
bekledikleri hayattır. Belki denizi görselerdi beklemezlerdi.
Denizi su sanırlar.
Suyu görmek için göllerin kıyısına gidersiniz ama su ufka uzanmaz.
Bir suyu deniz yapan ufuk yoktur Ankara'nın göllerinde.
Oysa ne önemlidir suyun hiç bitmemesi ve uysal bir sevgili gibi
gökyüzüyle birleşmesi.
O vaatker ufuk çizgisi, o nasıl güzeldir.
Her zaman ötelerde bir şey olduğunu fısıldayan o şehvetli çizgi.
İnsanlar Ankara'da beklerler, kim bilir bekledikleri hayattır.



İstanbul'da
ise durum daha vahimdir.
Hayat sanki bir adım ötede duruyor gibidir.
Doğruya doğru, dünyanın en güzel şehridir İstanbul, ama hayat
eli çabuk davranır.
Daha siz elinizi uzatmadan işveli bir kadın gibi kaçar gider.
Bu yüzden hırsla kovalarlar hayatı İstanbullular.
Beklediği şeyin belki de hiç gelmeyeceğini söyleyen şeytani fısıltıya
rağmen,
Ankaralının dingin tevekküllü bekleyişinde bir huzur vardır.
Ama,
İstanbullunun hırslı kovalamacasında ne huzur vardır ne de tatmin.
Dünyanın en güzel şehri hemen kol mesafesindeyken kendilerini yiyip
yutan bir kovalamacanın içinde kaybolur giderler.
Hayat kaçar, onlar kovalar.



Ama İzmir...
İzmir'de hayat beklenmez, kovalanmazda.
O zaten sizinle beraberdir.
Ufkun ötesini muştulayan bir deniz vardır.
Mutlulukla dolu,sakin bir sevişmenin tadındadır körfez.
Körfez vapurlarının sakin gidişinde hırslarınız yok olur,
Kovalamayı bırakırsınız, hatta martılara gevrek atacak kadar iyilikle
dolarsınız.
Ne varsa bu şehirde, bayatlamış vapur çayı bile nektar olur.
Hafta sonları denize doğru bir göç başlar.
"Ey hayat, biz Çeşme'ye gidiyoruz sen de arkadan gel" der
İzmirliler.
Ve ne gariptir ki hayat, uslu bir çocuk gibi onların peşinden gider.

''Ne garip, uçak biletinin üzerinde adımın hemen yanında yazan IZM
harflerine sevgiyle bakıyorum.
Sabırsızım, sevgilisine kavuşacak aşıklar kadar.''
Continue reading →
Cumartesi, Temmuz 03, 2010

Perili köşkte dondurmayı kızartanlar

0 teşebbüs

-Haydi çabuk hazırlan,çıkıyoruz.Bizi bekliyorlar.
-Nereye gidiyoruz.
-Yeni bir kafe açıldı büyük parkta,güzel bir yer.
kafeye gidip bir masaya oturduk.Arkadaşların gelmesini bekliyoruz.Ama bir tuhaflık var; bütün masalar boş.
-Niye kimse yok.kapanmış olmasın.
-Hayır ya,daha yeni geldim,kapanmamıştır.
Nasılsa bekleyecektik daha gelmemişlerdi,içeriye bakma işini biraz erteledik.Tabi tuhaf bir görüntü de sergilemiyor değildik.
Aradan bir süre geçti.İçeriye bakmaya karar verince kafenin ömrünün kısa sürdüğünü anladık.
-Napalım?
-Az ilerde bir yer var.Köşkten bozma oraya mı gitsek?
Karar verdik oraya gitmeye.Hemen diğerlerine de haber verdik.
Yıllar yıllar önce gitmiştim oraya.Eski bir köşkü restoranta çevirmişler;içeriyi şark odası şeklinde dizayn etmişler,bahçeye de masalar konmuş.İlk olarak ortamı hoşuma gitmişti.En uzaktaki masaya oturmuş,menüyü incelemeye koyulmuştuk.Karar verip garsonu çağırmak isteyince bizden tarafta hiçbir garsonun olmadığını farkettik.Öyleyse dikkati bu yöne çekmeliydik.Sırası gelen el sallama,seslenme gibi etkinliklerle farkedilmeye çalışıyordu.Fakat tuhaf bir durum vardı.Hiç kimse bizden yöne bakmıyordu.Masada herhangi bir alet ilgimizi çekmediği için biz hala farkedilmek istiyorduk.
-şimdi sıra sende.
Bir tur herkes şansını denedi.İkinci tura başlamıştık ki masalardan biri tarafından farkedildik.Garson bize doğru yönelince azmin zaferini kutlamaya başlamıştık.
Hafif tebessümle bize oldukca gizli kalmış olan servis tuşunu gösterdi.O anki hislerimizi göstermemek için geçiştirici bir tavırla isteklerimizi sıraladık.Fakat enteresan bir şekilde garson ne istesek "bugün o yok efendim","kalmadı" cevabını veriyordu.Ümitsizlik içerisinde menüye son bir kez baktım."Kızarmış dondurma istiyorum ben,mümkün mü?" dedim.Garsondan ilk olumlu cevabı aldık o an.Diğerleri de uydu,ve kızarmış dondurmalarımızı istedik.Bu benim kızarmış dondurmayla ilk karşılaşmam olacaktı,hatta tüm masanın.
Dıştaki margarinli susamlı hamuru kızartılmış,içinde kalan irice bir top dondurmanın dıştaki hamura yakın kısmı erimiş ve içeriye doğru bildiğin donuk dondurma.Gayet güzeldi.
O gün sevdiğim kızarmış dondurma ve bu hoş yer çok kez planlarımıza girdı fakat bir türlü uygulayamadık.Üzerinden 3 sene geçtikten sonra ikinci kez kazayla oraya gidecektim tekrar,ama bu sefer yanımdakiler farklıydı.
Tabi hiçbirşey eskisi gibi kalmıyor,ön kapıyı kapatmışlar.Diğer kapıya doğru yol aldık.Böylelikle etrafında 270 dereceyi tamamlamış oluyorduk.
Oldukça kalabalık olduğundan yine en uçtaki masaya oturduk.Diğerleri de gelince daha dikkat çekici hale getirilmiş servis tuşuna basıp beklemeye başladık.İkinci kez ücüncü kez...Buranın geleneği olsa gerek bizimle ilgilenen yoktu.Servis tuşunda bozukluk olduğuna karar verdikten sonra biraz daha şansımızı denedik.Sonuç değişmiyordu tabi ki.
Yan masa boşaldı,onunkini denemeyi düşündük.O sıra bir garson yan masaya doğru yol alınca klasik metodla seslenmeye başladık.Kızarmış dondurma önerimi yaptım yine,bir farkla bu sefer masadaki tek bilen kişiydim.
Uzun bir süre geçti gelen giden yok.Yan masalardan birine 5 tane kızarmış dondurma gitti.İçimden ne tesadüf diye düşündüm.Biraz sonra 5 farklı siparişle geldiler.
-Arkadaşlar sizin siparişleri yanlışlıkla yan masaya götürdük.Bunları da siz kabul eder misiniz?
diye sordular.
Tabi ki de biz kızarmış dondurma istiyorduk.
Tekrar beklemeye başladık.Sonunda mutlu sona ulaştık.
-Bu sefer sağ salim getirdik.
evet sağ salimdi ama değişmişti eskiye oranla.Hindistan cevizleri yoğunlaşmış,antep fıstığı eklenmiş,hamuru da aşırı margarinli vi şekerli haldeydi.Tadı güzeldi ama çabuk kesiyordu bu sefer.Eskiden öyle miydi..
Uzun aradan sonra orda olmak güzeldi.Niyeyse enteresanlıklar mekanı oldu benim için bu köşk.Garsonları toplama imajı verse de değeri büyük bir yer.Hatırası gidemesek de konumuz olmasında.İlk defa gittiğimde yanımdakiler şimdi ankara,antalya mesafesinde olsalar da..
Continue reading →
Salı, Haziran 22, 2010

"Pers Prens"lerdeyiz

0 teşebbüs



Fantastik filmleri genelde tercih etmem.Alışılmışın dışındaki kıyafetler,hareketler yapmacık geldiğinden itici gelir bana.Gerçekci olmasını tercih ederim.Normal yürüyüp,normal konuşsun,yaşadıkları yer normal olsun,kot pantolon T-shirt falan giyinsin istiyorum karakterler.Bu yüzden Yüzüklerin Efendisi ve Karaip Korsanlarına bir türlü başlayamadım.
Pers prensin methini duymuştum,gitmeye karar verdil.Filme girmeden büyük tereddütler yaşadım,afişteki kıyafetleri görünce.Ama yine de bir cesaret girdim.
Prince of Persia oyunu vardı atari zamanında.1989 yılında Jordan Mechner tarafından geliştirilmiş bir oyun.İki boyutlu oyunda amaç prensesi kurtarmaktı.Sonra Prince of Persia 3D çıktı.Ubisoft firmasına telif hakları satıldıktan sonra oyun The sands of Time,Warrior within ve The two Thrones üçlemesiyle tekrar çıktı ortaya.3 boyutlu oyun en dikkat çekici özelliği akrobasik hareketlerin fazlalığıydı.
Pers prensi filmiinde de bu özellikler karaktere verilmiş,daha ilk sahneden.Görselliğinin yanı sıra filmin senaryosu orjinaldi. Hem aksiyon hem de mantıksal kurgu yönünden başarılı olmuş.
Oldukça hızlı geçti filmi izlerken zaman.Son sahneye kadar hiç sıkılmadım :)
Hareketliğinin yanısıra duygusallığı da cabası.Filmeden gayet mutlu ayrıldım,çıktığımda tebessüm ediyordum.
En çok hoşuma son sahneler gitti.Ama tabi ki filmin sonu söylenmez :)
Continue reading →
Cumartesi, Haziran 19, 2010

disqus.com

3 teşebbüs

Bloggerı seviyorum ama Tumblr daha çok özellikli ordan bir hesap açmıştım.Ama Tumblr'da yorum yazamıyor olmak saçma geldi.Biz de disqus.com'dan comment desteğine başvurduk.Aynı zamanda blogger için de kullanılabiliyor.Yorum yapmak için google hesabına gerek kalmıyor,takma adla yada facebook bağlantısı kurarsan yorum sahibi facebookta online ise direk facebook ismi görünüyor.Belli temalara veriyor disqus desteği.
Facebook uzantısını bir türlü yapamıyorum.Bağlantı yapılıyor gibi görünüyor ama tık yok.Ama bana özel bir kazık bu herhalde,yapan yapıyor.Azimle defalarca kez denedim 2 gündür ama nafile.
Görünümle ilgili farklı özellikler var.Ara ara kurcalayıp, değişiklikler yapmayı düşünüyorum.
Tabi ilk önce facebook connect olayını sonuca bağlamak lazım;ya kur şunu yada kurmayacaksan baştan belirt.
Ayrıca Tumblr temalarını beğenemiyorum bir türlü.Bir tanesini çok beğenmiştim ama o da benden çok kredi kartımla ilgilendi.Uğraşmaya değmez, şimdilik seçtim bir tane.Zamanla alıştıkça severim gibi geliyor,yada baktım olmuyor hayat bu temayla zor geçecek başka çözümler bulunabilir..
Continue reading →

Bir diş hekimi kolay yetişmiyii..

5 teşebbüs
Bir seneyi de böyle bitirdik 18.06.2010 itibariyle.
Tercih yapmaya karar verip son anda yaptığım sıralamalarda sevgili hoca ve arkadaşlarımı kırmamak için nasıl olsa bir üstteki yada bir aşağıdaki gelir diye öylesine yazdım tercih listeme fakültemi.Yoksa hiç aklıma gelen br bölüm olmamıştı öncesinde,ki bana normal şartlarda ağız çok uzak bir kavramdı.Babamın "diş hekimliği yazsak.." diye başlayan cümlesini nasıl yarıda kestiğimi hatırlıyorum.okuldayken yazdım ama hayatta inanmıyordum orasının geleceğini.Hem zaten ne alakam vardı,yakıştıramıyordum kendime herhalde.
Ve beklenen gün geldi,sonuçlar açıklandı.Gözlerimi açtığımda babamın ege diş olmuş sesini duydum ilkin.İlk bir algılayamadım,kavram kargaşası yaşadım.Ege dişhekimliğ,ben,ağız,diş,çürük,ağrıdan bağıran koltuk fobili hastalar...Bir süre ne yapsam da birleşmedi parçalar.Bu ilk şokun üstünde 30-45 dk kadar geçtikten sonra sanki yıllardır bunu istiyormuşum,hep bugünü bekliyormuş gibi bir kabullenme içerisine girdim."İstersen geçiş yapılabiliyormuş" önerilerine "hayır ben memnunum hep hayalimdeki bölümmüş bu,5 yılda bitiyor zaten" diye cevaplar vermeye başladım.
Yalnız bir sorunumuz vardı.Hayatı boyunca hiç diş sorunu çekmeyen bir insan diş hekimleri ne yapar ne bilsin.hadi o önümüzdeki 5 yılda öğrenilir ama bu fakülteye girmeden kayıt şartlarına bakmamış olmamız dolayısıyla tam teşekküllü sağlık raporu ayrıntısını atlamak kayıt gününü kaçırıp mazeretli gününde kayıt olmaya sebep oldu.
Başlamadan önce üst sınıflarla bölüm hakkında biraz konuşunca olaydan ne kadar uzak olduğumu farkettim."Sabundan ev yapıyoruz" cümlesi mesleki anlamda duyduğum ilk cümle olarak hafızama kazındı.
Ve okulun ilk günü,açılış konuşmasında"siz rahat bir öğrencilik hayatı bekliyorsanız şimdiden kapının yolunu tutun.Başka fakülteler kafede çayını yudumlarken siz hasta bakmaya başlayacaksınız."gibi yıldırıcı cümlelerin yanında"meşekkatli ama prestijli bir mesleğiniz var.bu fakülteyi herkes başta bırakacağım der ama sonradan vazgeçer." şeklinde moral cümleleri de yeralıyordu.
Bu konuşmanın üzerinden aylar geçmiş olması ne tuhaf şimdi,zaman bu su misali..demiyor mu zaten büyük üstad.
Peki bu diş hekimliği öğrencileri ilk senelerinde protez dersinde neler yapıyor?




-İlk ödevleri sabundan ev yapmaktır.Önce spatülün boy boy bıçak benzeri aletler olduğunu sonra da spatül kullanmayı,el becerisi kazanmayı ve yaratıcı olmayı öğrenirler.
-Bunun yanısıra milimetrik çizim kağıdına diş çizimleri yapıyorlar.
-sonraki ödevde sabundan diş yapmak öğretilir.burda önemli faktörlerden biri sabunun markasıdır.Yumuşak yada sert olması yapacağın işin başarısını etkiler.Banyo sabunu kokusu işte o zaman anlam kazanır.
-alçı aljinat kavramlarıyla karşılaşırlar.Verilen modelleri bu malzemelerle çoğaltıp bu modellere bakarak birebir sabun heykeltraşcılığı yapmalılar.elma yada çilek kokulu aljinat genelde ilk tercih edilendir.
-sonra ateş kavramı öğretiliyor.Fantom labaruvatuarları haricinde çalışmak üzere ispirto ocakları öneriliyor.İspirto ocaklarının hangi zamanlarda patlayabileceğinden bahsediliyor.Laboratuardaki back denen ateşlerde saçların nasıl tutuşabileceği hakkında anektodlar dinliyorlar.
-Ve mumdan dişlere geçiliyor.Bunlar pembe mum denilen tabaka mumlar.Önce mum sarma öğretiliyor.Bu işte en önemli nokta hava kabarcığı bırakmamak.Tabi bir de ateşi iyi kullanmak lazım.
-spatül ısıtmalar gösteriliyor.Mum işi için değişik yöntemler mevcut.İster elinle şekillendirme yapıyorsun,ister spatül yardımıyla.
-İşlerini parlatmayı öğreniyorlar.Bunun da değişik yöntemleri mevcut.Ateşi iyi kullanıp su ve peçete yardımıyla parlatılıyor yada kadın çorabı ve kremle.
-Eğer kış mevsimiyse ve grip tehlikesi varsa maske takmaları zorunluluğu geliyor.
-Sıradaki iş akril.Bu madde protezin önemli malzemelerinden,diş etinin yapıldığı pembemsi bir madde.Çevreye salgıladığı koku yakınlardaki canlılara kötü anlar yaşatıyor.
-Akril işi bilek işi.Bu ödevde çekiçler,sıcak su ocakları,sert pres makinaları devreye giriyor.Extra performans göstermek neymiş öğreniyorlar.
-Yeni micromotorlar çıkıyor almaları zorunlu tutuluyor,son teknolojiyi kaçırmamak adına.Bu motorlarla ödevleri parlatıyorlar.Ardından laboratuarın dev cila motorlarıyla devam ediliyor.Bir de uyarı geliyor gözünüze parça kaçarsa zarar verir diye.
-Tam çene modellerine kaplama yapma işlemine geçtiklerinde durum biraz daha ciddileşiyor.Bunlar gerçek diş boyutunda daha ince işler öncekilere nispeten.Rengarenk mumlarla dişin fizyolojisi veriliyor.Kadın çorabıyla parlatılıyor.
-Bu ödevi ilk yaptıkları zaman 3 hafta uğraşıp teslim ettiklerinde,not verme aşaması 140 kişi için sadece 40-50dk kadar sürüyor. Sadece bir bakışla veriliyor notlar ve ödevler geri dönüşümün yolunu tutuyor.İşte bu sahnede yürekler burkuluyor.
-Bu ödev için artikülatör diye bir alet aldırılıyor.Normal fiyatından 4 kat fazla ödeyeceksiniz deniyor.Tamam diyorlar,2 plastik bir metale servet ödüyorlar.Üst dönemlerin maskarası oluyorlar.
-Metal döküm ödevine geçiliyor.Bu mesleki anlamdaki en ciddi ödev.Mumdan hazırlanan modelajların metal dökümü yapılıyor.ciddi olduğu kadar da heyecanlı bir ödev.Kızgın fırınlar,maşalar,devasa döküm makinaları,metal kesme aletleri,çok durmaktan çatlayan maddeler var bu aşamalarda.Dökümün çıkmama ihtimali var üstelik.Bu en başa dönmek demek oluyor.dökümün çekiç yardımıyla çıkarma işleminde nefes almayı unutuyorlar bu yüzden.Mahşer alanı gibi oluyor ödevin çıktığı odalar;herkes heyecan,endişe.umut ve şüpheyle sonunu bekliyor.
-Bu dersin sınavında 2,5 3 saat veriliyor.canlı yayında modelaj yapıyorlar.Normal şartlarda en az 1 hafta uğraştıkları dişler için bu sürede yetişmeme riski büyük oluyor.
-Dönemlik 12 13 dersleri oluyor bu öğrencilerin.Hem pratik derslerde iyi iş çıkarmalılar hem de kağıt üstü teorik derslerde.

İşte bir sene böyle acısıyla tatlısıyla geçti.2.sınıf itibariyle artık dersler tam anlamıyla mesleğe yönelik devam edecek.3.sınıf ikinci dönemi kliniğe geçiliyor.Cerrahi,ortodonti,periodontoloji,pedio,tedavi..gibi klinikleri sırasıyla tamamlıyorsun.Her kliniğin 3 hafta kadar süresi var ve her klinikte devamsızlık hakkı 1 yada 2gün kadar.Hasta olsan bile gelmek zorundasın.Bunu duyduğumda hayatın ne kadar acımasız olduğuna karar verdim.
Her ne kadar alıştığım sayısallıktan oldukça uzak olsak da seviyorum bölümümü.İlerleyen yıllar ne gösterir bilemiyorum ama kliniğe geçince daha güzel olduğunu söylüyorlar,merakla bekliyorum o vakitleri de.
Hem artık teknoloji ilerledi ağız kokusunu bastırıcı drajeler bile var:)
Continue reading →

Bir çeşit ata sporudur bowling

0 teşebbüs

Sınavlar biter ve bowling yolu görünür ufukta.Bowlingin yeri apayrı.rengarenk boy boy toplar,gayet düzenle dizayn edilmiş labutlarıyla görsel bir şölen olmasının yanında tam bir beceri eğitmeni.
Kendimi bildim bileli severim bowlingi.İlk tanıtımı Taş devri yapmıştı. O zamanlar tabi o koca topları tutabilecek güç nerde şişeleri dizip minik toplarla oynardık oyunumuzu.Ama ben hiç ısınamadım o şekline.Kullandığımız şişeler fazlaca uçucu oluyor bu da oyun kalitesini düşürüyordu.Daha farklı şişeler bulmak yada şişelere biraz su doldurmak gibi çözümler üretmeye çalışmakla geçti çocukluğum.
Peki ya tutabilecek güce ulaşınca..Klasik tablo.sen ne kadar iyi gitsen de yan tarafta strikeleri dizip seni skorundan utandıran birileri mutlaka bitiverir.
Bowling bence sadece beceri işi değil bunun yanı sıra doğa üstü faktörlerin etkisiyle yürüyen bir oyun.Bahtında ne varsa o oluyor.Bu benim artık kanun olmaya çok yakın bir hipotezim bowling hakkındaki.
Topu iyi seçmek lazım bence.Hafif toplar fazla savruluyor,sapmaya uğruyor.Ağırların denge kurması daha kolay,atış kısmını iyi yapabilirsen tabi.Topların renkleri bile anlamlı; hafifler cırtlak ağırlar mat renkler oluyor.
Labutların ahenkli dizilişi yok mu bir de.o top gidip arkadan en olmayacakları devirdiğindeki ironik duyguyu hiçbir zaman yakalayamam heralde.
Ama eğer topa aksi bir hareket yaparsın da o da senin zavallı parmaklarını zedelerse,ki bu parmaklar geleceğinin sermayesiyse bowling bir anda gözünde farklı boyutlara girer.Bir oyundan çok bir risk olur..
Bowling böyledir işte.Bazen hayatı kavratır bazen de hayatın kendisidir.Adamına durumuna göredir mat ya da cırtlak.Hiç beklemediğin bir anda devrilir tüm labutlar,yada top gayet güzel alırken yolu birden sapıverir hiçbirşey anlamazsın.
Öyle yada böyle seviyorum bu oyunu.Özellikle yaz gününde klimalı salonlarda yapılabilecek en güzel spor kendisi.
Continue reading →
Çarşamba, Haziran 16, 2010

Aşağıdan yakıyorsun yukarıdan kapatıyorsun ya,Vavien o demek!

2 teşebbüs

Vavieni izlemeye karar verdim.imdb puanının düşük olduğunu çok tutulmadığını biliyordum ama sırf Engin Günaydın yapımı olduğundan merak ettim.Burhan Altıntop tiplemesi hayatımın tiplemesi.Abartılı tipleri seviyorum,bundan önce de İhsan Yıldırım vardı.
İlk dikkatimi çeken Engin Günaydın'ın sarıya çalan saçları oldu ama insanoğlu nelere alışmıyor sonradan alıştım.
Filmi izlerken çok gerildim.Özellikle Celal karakteri mutlu olmayı bilemeyen ve bunun için çabalamayan bir insanın çevresini ne derece olumsuz etkileyebileceğini gösteriyor.Filmin nerdeyse bütün karakterleri olumsuz bence ama odaktaki yani yılanın başı Celal.Tokat'ın bir kasabasında çekilmiş film.
Kurgusu fena sayılmazdı bence, vaviene bağlama şekilleri hoşuma gitti.
Sonu tabi tatlıya bağlandı ve kendini affettirdi film.
Bu derece büyük çaplı bir mutsuzluğa tanık olmak insanın canını sıkıyor.
Zaten komedi filmleri yetersiz Engin Günaydın'dan da bu tarz yerine kendini alıştırdığı stilde filmler bekliyorum.Ki Türkiye'de sinema sektörünün en önemli parçası komedi filmleri.
Continue reading →
Salı, Haziran 15, 2010

bir bardak soğuk su

1 teşebbüs
ve kardeşimin son vukuatı..anotomi notlarımın arkasına resim yapmış..
Artık onların arkaları rengarenk ağaç ev insan ve dağ figürleriyle süslü.
Daha önce de defterlerimizi karalanmış bulurduk ama anatomi kıymetli:)
Continue reading →

dev tehlike

1 teşebbüs

Kendimi bildim bileli sivrisinekler en büyük düşmanımdır.Ne piknikler,ne geceler rezil olmuştur kimbilir bu kendi küçük ama zulmü büyük yaratık yüzünden.Olduğu yerden fersah fersah uzaklaşasım gelior bu yüzden.Ama ne yazık ki o beni pek sever.Asla pas geçildiğimi hatırlamıyorum.Ne kadar önlem alsamda sonuç,kaşıntılı dakikalar.
Baharın ilk başladığı sıralar küme küme uçuyorlar ya ağaç yakınlarında,işte o aylar en sevmediğim aylar oluyor.Üstün başın sivrisinek mezarlığı..
Acısı bir yana sıtma olmak işten bile değil.
Ayrıca kaşımamak lazımmış yarayı enfekte etmemek için.Ee bu mağdurlar kaşınmayıp da ne yapacak.
Bir de iğne,yada aşı yaparken söylenen bir laf var "çok acımayacak,sivri sinek ısırığı gibi." Hiç sivri sinek ısırmasına maruz kalmamış bir insanı kandırabilirsiniz belki boyutundan dolayı ama,yemezler..
Drosophilayı severim ama.biyolojinin banko soruları bu türden çıkar..:)
Continue reading →

rüyanın gerçek üzerindeki izdüşümü

2 teşebbüs

Günlerden birgün ben o zaman 2,5 yaşındayım bir rüya gördüm.Balkondayım ve aniden aşağıya düşmeye başlıyorum.O an akrobasik bir hareketle kendime tutunacak bir yer bulup havada asılı kalıyorum.Kara kara napacağımı düşünürken kurtarıcım babam geliyor ve beni çekip alıyor.
Uzun süre bunun rüya mı gerçek mi olduğunu ayırdetmeye çalıştım.Hatta başlarda gerçek olduğuna emin sayılırdım.Sonradan anneme anlatmaya kalkıp da tuhaf bakışlara maruz kalmış olabilirim.Ondan sonra tereddüt etmeye başladım sanırım gerçek olduğundan.
16,5 yıldır hala daha hatırladığıma göre büyük bir hikaye:)
Continue reading →

The person you have called can not be reached at the moment, please try again!

2 teşebbüs

Bomboş geçirmek istedim bugün günümü.sabah kalktım,kahvaltımı her zamankinden farklı yaptım.Yapmak istemedi canım yada bilmiyorum.Ard arda filmler izledim.Biri bitti gelsin diğeri.Ağır olanları kaldıramadım ama yarım kaldı onlar.En basitlerden izledim,normalde yüzüne bakmayacak olduklarımdan.Dışarı çıkasım gelmedi,kitap okuyasım da.internette gezindim bir hayli,sonra da evin içinde.Ne yazmak istedi canım,ne gitar cazip geldi.Mesajlara cevap yazasım gelmedi,msn açmaya üşendim.
Ve işin en garip tarafı ilk defa böyle bir yazı yazmaya karar verdim.
Continue reading →
Pazartesi, Haziran 14, 2010

İronik denilen bilinmez..

0 teşebbüs
98 yaşındaki bir adamın lotoyu kazanıp ertesi gün ölmesi

bu 2 dakika geçikmiş bir idam affı

düğün gününde yağmur yağması

tek ihtiyacın bıçakken on bin tane kaşık gibi

ve bu tam uçak düşecekken ne güzel birgün diye düşünmek..
Continue reading →
Salı, Haziran 08, 2010

edebiyat çalışıyordum

0 teşebbüs
"diş çekerken şiir mi okuyacakmışsınız?"
"hasta memnuniyeti gerekrse.."
Continue reading →
Cumartesi, Haziran 05, 2010

19'a veda partisi

0 teşebbüs



ve işte hayatımın 20. 5haziranı.bugün 5 haziranın bir diğer özelliği de sadece onu 20 kere yaşadım,diğer tarihler hala 19da.
geçen sene bu tarihte oy kullanabilecek olmama sevinmiştim de bu sene ne hissedeceğimi bilemedim.
onlu yaşlara veda etmek gerçekten dokunuyormuş insana.zaten herşeyin gittikce ciddileşmesi ilerleyen yaşların makus talihini sızım sızım hissettiriyor.ama ak saçlı sabahtan akşama torunlarını sayıklayan nene olmak da o kadar kötü olmasa gerek.
çizgi film izledim geçen inadına.oysa ben 12 yaşıma girer girmez çizgi film izlemeyi çocukluk olarak nitelendirmeye başlamıştım.o zaman da büyümek miydi acaba trend olan.güzel bir duyguydu road runnerın topitop kafasıyle düşüşüne gülmek,ya da tom'un başına bir tuğla düşüp pembe pembe şişmesini izlemek.
geçmişle ilgili yazı yazmaya girişmeyeceğim şimdi tabi ki.o kadar zamanım yok.ilerde uzun uzun anlatılacak bir konum ama bu benim.
çevre günü dolayısıyla mıdır ne yağmurlu geçiyor olması bugüne dair birçok planımı iptal ettirdi,ama gofret arası dondurmanın tadına vardım.akşamda yatılı bir buluşma..
lisede klasikleşen doğum günü partilerimiz 19. 5haziranla sona erdi.apar topar 15dklık tenefüste sipariş edilen pastaları öğle arasında doğum günü çocuğunun her seferinde durumu çakıp salağa yattığı kutlamalarda kaldı benim aklım.13snde dev pastaları devirmeyi bir daha yaşabilecek miyim bilemiyorum ama hiçbirşeyin tekrar beni o duygulara götüremeyeceğine eminim.
20li yaşlar çok daha hareketli olacağa benziyor,sorumluluklarla...
şuan bunları düşünmek için erken gerçi her ne kadar 20ye merdiveni çakmış olsam da hala daha 19'um,bu sene onlu yaşların haklarını sonuna kadar kullanmalı:)
Continue reading →

blog mu blog ne arar la bazarda gelmez bize o blogluk işler.

1 teşebbüs
bu köşe biraz daha geyik olsun. şimdilik bir başlayayım gaza gelmişken.edebiyattan uzak olsun.o tarz yazılara farklı blog açarım.önceleri yazmam öyle ulu ortalık yazım özel olmalı diyordum.bir süre blog açmakta dirensem de sonra açtım ama çok birşey farketmedi açıp açmamam arasında.ilgilenmedim pek,ayda yılda bir yazı.
yazı yazarken konuyu hep önemsemişimdir.bu sefer tarzım olmayan birşey deneyeceğim bu kısımda.herhangi bir konu hakkında,herhangi yorumlar.içimden bir ses çok sürmeyeceğini söylüyor ama gittiği yere kadar..
deftere yazmayı daha çok seviyorum,daha uygun kelime kolayıma geliyor.mavi defterim günlük tarzına yakın biraz.ben öldükten sonra onu yayınlama teklifi aldım.mavi saçlı kız gibi.ama öldükten sonra gelen şöhreti neyleyim ki ben.ilerde yazın işine girmeyi düşünüyorum bunun için de arşiv oluşturmaya başladım sayılır.
tabi burda yayınladıklarımın benim ilerdeki yazar hayalimle alakası olmayacak.
yeni blog hayırlı olsun,kendime istikrar diliyorum.
Continue reading →
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Labels