Cumartesi, Ocak 28, 2012

tanyeri ağarırken verdiği sözü, şafak vakti tutamayanlar

1 teşebbüs
not: bu yazı vicdani rahatsızlıklardan biraz arınarak ve yandaki en çok oyu alan esprili yazı önderliğine yazılmıştır.



bu sefer kişisel bir problem konum, belki hayatının bir kısmında böyle bir suçluluk hissi yaşayanlar vardır da anlayabilirler beni diyerek anlatmaya geçiyorum.

suç deyince, çoğunluğun aklına geleceği gibi verdiği sözü tutmamaktan sabıkalıyım. tutmama değil de tutamama diyelim. tutamama değil de kendince olabilecek her yola başvurup, en son rota belirleyeceğini düşünüp durumla ilgisi olmayan birine saygısızlık yapmaya kadar gitme ya da. yani sonuç olarak ortada kalmış, yetim bir söz.

örnekle bundan 7 yıl kadar önce, ortaokul son sınıfta okulun son günü, kantine 25 krş borç yapıp, en üstte olan sınıftan inmek zor geldiği için çıkışta veririm diye düşünüp, çıkışta da unutup gitmişliğim var. zaman geçtikçe ödenmemiş borç, çekinceyle üzerine kalıyor insanın. şimdi gitsem, söz verdiğim kişi orada mıdır, bulabilecek miyim, oradaysa tanıyabilecek miyim, ne diyeceğim diye ertelendikçe erteleniyor, ağırlaştıkça ağırlaşıyor, borçlar, sözler...

verdiğim sözler hep aklımın köşesinde durur ,yerine getirene kadar. sürekli ikiz gibi beraber gezeriz anlamında değil de hatırlatacak şeylerle karşılaşıp dururum, her şeyle de hatırlayabilirim. genellikle aşırı söz vermemeyi seçtim ben de, cümlelerim çoğu zaman ya "söz vermeyeyim ama..." ya da "bakayım ben ona..." şeklinde kuruluyor. ama bazı zamanlar içimden o şeyi yapmak çok gelirse bangır bangır veriyorum o sözü, kesin tutmak istediğim zamanlarda. ve böyle verilmiş bir sözü tutamamışlığın verdiği, kazık atmış olma hissiyle yaşamanın zorluğunu, verdiği sözü tutamama vicdan azabı olanlar hariç hiç kimse de anlayamaz. mesela o sözün fiilini, farklı bir alanda her gerçekleştirdiğimde, sen şimdi bunu yapıyorsun ama daha verdiğin sözü bile tutamayan bir dolandırıcı oldun hiç kıymeti yok, nasıl böyle bir kazık atabildin, diye içim içimi yemeye başlıyor. o sözü tutana kadar ya da en azından tutabileceğimi bilene kadar, suçluluk duygusunu beraberimde taşıyorum, taşıyordum.

evde olmadığım şu birkaç günde bu psikolojiye sahip karakterleri araştırdım, itiraf ediyorum amacım vicdanımı rahatlatmaktı. verilen sözü tutmayan karakterlere sözü önemseyen toplumlarda daha orta çağ zamanlarında kürek cezası gibi cezalar verilmiş. kişisel anlamda genelde bunun baskısını üzerinde hissedip, bir zaman sonra tutmaya karar veren ve rahat bir nefes alabilen insanlar mevcut. tam olarak istediğim psikolojiyi yansıtan bir döküman bulamayınca biraz forum, sözlük karıştırdım. genellikle sözünü tutamayan insanlar unutkanlıkla, önemsememekle yargılanmış, böyle insanlardan uzak durmak gerekiyormuş falan, bense gerçekten hiç unutmuyorum. bu da istediğim psikoloji değil.
son olarak psikolojiden anlayanlarla paylaşmaya karar verdim.ortaya bir iki madde çıktı.
sözü verdiğin zaman sözü yerine getirebiliyor muydun, imkanın var mıydı?
şimdilik elinde olan her yolu denediğini düşünüyor musun?
yerine getirmediğinde sözü verdiğin kişiye verdiğin zarar, yaşattığın eksi vs?

ahlaken ise mümkünü yoksa üzerindeki mesuliyet kalkıyor, fiiliyattan önce niyete bakıp sözünü tutamadığın kişiyle arandaki muhabbeti suçluluk duygusuyla kaybetmemek için vicdani rahatsızlığı taşımamayı ve eğer imkanın olursa muhakkak yerine getirmeyi öneriyor.

bu yolla kazık atma hissi ve geçenlerde aklıma gelen çözüm bulma arayışımın saygısızlığa gitmesi birbirini nötrledi ve nur topu gibi tutulamayacak kategorisinde bir sözüm oldu. 
tutulmamış sözün ağırlığından kurtulmak için içten gümbür gümbür gelen söz verme hissini bastırır mıyım, hiç sanmıyorum. :)



Continue reading →
Pazar, Ocak 22, 2012

kendini kadayıf sanan pasta

2 teşebbüs
son zamanlarda en çok sevdiğim tatlı, hem akışkan hem de ağızda kıtır kıtır çiğnenen 'kendini kadayıf sanan pasta'. aslında onun ismi bu değil tabi, google'da bu ismi aratınca bir sonuç vermedi, bu dahiyane isim boşta kalmış yani, ben de müsait gördüm. onu şimdilik öyle anıyoruz.

ilk defa yediğimde hayran kalıp, hemen tarifini alıp denemiştim. o gün bugündür favorilerimden.

hem hafif, hem pratik hem de gerçekten lezzetli diye biraz daha övüp bilmeyenler için tarife geçiyorum.

ilk olarak güvenilir ve en yakın marketten tel kadayıf almamız lazım. bayat olmamasına dikkat ederek.

250 gr kadar tel kadayıfı şeker ve margarin yağıyla birkaç dakika kavurup düz bir tepsiye veya borcama, üzerine krema dökeceğimiz için boşluk bırakmayacak şekilde kadayıfın yarısını döküyoruz.

ara kreması için önce un,süt,vanilya,şeker yardımıyla muhallebi hazırlamamız lazım. karardan yaptığım için ölçüleri çok bilemiyorum ama tahminen 5-6 kaşık un, 1 litre süt, 1,5-2 su bardağı şeker, 2 paket vanilya kullanabilirsiniz. 

muhallebiyi soğuttuktan sonra, 1 paket kremşantiyi hazırlayıp, 1 paket de labne peyniriyle mikserde homojene yaklaşana kadar çırpıyoruz. ve o muhteşem akışkan şey ara kremamız oluyor.

kremayı tepside bekleyen kadayıfın üzerine döküp, en üste kadayıfların kalan yarısını kremanın üzerini tam örtecek şekilde serpiştiriyoruz. en üste de badem veya ceviz kırığı benim tercihim.

ve tabi ki, soğuk servis ediniz.:)

bir de kesinlikle yapılmaması gereken bir şey var, en üste extra kremşanti sürünce bizim kıtır kıtır tel kadayıflar yumuşacık makarna kıvamı alıyor. bugün denenip görüldü,o da farklı bir tat oluyor gerçi ama istediğimiz o değil. istediğimiz dişlerimiz kıtır kıtır kadayıfla uğraşırken dilimize akışkan kremanın teması.

blogda bir tek yemek tarifi vermemişim bu arada, o da tamamdır. :)


Continue reading →
Cuma, Ocak 13, 2012

kurtuluş son durak

0 teşebbüs

Son zamanların en büyük sorunlarından biri de kadınlara uygulanan şiddet. Ya da son zamanlarda gündeme gelen sorunlardan diyelim. Kasım ayında bir haftaya bile sahip, ‘kadına şiddete son haftası’ isimli. Birçok kişi gibi ben de böyle bir haftanın olmasını acı bulanlardanım, acı çoğu kadının bu hafta da dahil ömürlerinin önemli bir kısmında hissettiği duyu.

Şiddetin her türlüsü insani duyguların dışında olduğu kadar sağlıklı bir beynin de işi değil. Bunun temelinde birçok etken yatıyor haliyle.
Türk toplumunda kadına uygulanan şiddetin en büyük etkenlerinden biri kültürel etken. Nesillerce itaatkarlığı ön planda bulunan Türk kadınının, son yıllardaki özgürlüğe ve kişisel fikirlere hızlı adaptasyonu ve bu noktada erkeğin bu hıza ayak uyduramaması sonrası gelen geçimsizlik, şiddeti beraberinde getirdi. Kadın değişti değişmesine ama erkek hala aynı. Değişim birlikte olmadığı müddetçe uyumdan bahsedebilmek mümkün değil haliyle.

Toplumsal sebeplerin yanında, kişisel sebepler de var bu ‘sağlıksız’ ruh haline sebep olan. Tüm bu sebepler yaratıcı tarafından erkeğe emanet edilen kadına uygulanan zulme yeterli mi, sorusuna ise hiç değinmiyorum.

6 ocakta kadına şiddeti konu alan bir film vizyona girdi "Kurtuluş son durak". Yönetmenliğini Yusuf Pirhasan’ın yaptığı, başrol oyunculuğunu Belçim Bilgin, Asuman Dabak, Demet Akbağ ve Nihal Yalçının yaptığı film, kadına şiddeti abartı ve güldürü öğeleriyle ele alan, eğlenceli bir yapım olmuş. Belçim Bilgin ve ekibi şiddete karşı bir ekip olma yolunda değişik olaylara karışırken, yapımcıların verdiği ince nüanslar, içinde bulunduğumuz bol miktarda yaşlı ve orta yaşlı bayanı içeren salona şen şakrak dakikalar yaşattı.
Baş ve yan roldeki oyuncuların başarısının yanında müzik ve görüntü kalitesini başarılı buldum. Senaryo orjinalliğinden ziyade, olağan ve sıkça karşılaşılan şiddetin çeşitlerini, kadın oyunculara uygulanması tercih edilmiş. Şiddet sahibi erkeklere verilen ceza konusunda ise, filmin stratejisi gereği abartılı yapılmış tabi. “Unutmayın hanımlar, yalnız değiliz” cümlesi filmde çok yerde geçiyor. Yalnız olmayan bu hanımlar, birbirlerine her türlü desteği veriyor vermesine de, yapımcı, desteğe bu denli ihtiyaç duyduklarında bile zaman zaman bir araya gelen kadınları kavgaya tutuşturarak ironiye de yer veriyor. Dayanışma olarak mor yerine pembe fularlar kullanılmış.
Filmin geçtiği Kurtuluş son duraktaki Saadet apartmanında mutlu bir insan yaşatmamış yapımcı, zaman zaman kuruluşlara da göndermede bulunmuş. Eylem Soyluer ismiyle, şiddete direniş kahramanını ölümsüzleştiriyor. Ve kadının sahip olduğu en büyük güç olan rol ve ikna kabiliyeti de kullanılmış.
Bir süre şiddeti çözümlemenin yöntemini erkek neslini ortadan kaldırmak olarak hissettirse de sinemada gülmeyi isteyenlere tavsiye edebileceğim bir film.
Şimdiden iyi seyirler.

Continue reading →
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Labels