Baharlar insan ömrünün yarısı..sordum ilkbahar mı sonbahar mı iki bahardan hangisi tercih edilir diye.İlkbahar dedi herkes tereddütsüz, tıpkı benim gibi..
ilkbahar yeşildi çünkü.Rengarenk çiçekleri vardı, tazeydi herşey. Kuşlar cıvıldıyordu, denizin dalgası bir başkaydı bu mevsimde.Güneş sıcacıktı artık dışarı çıkarken soğuktan korkmuyordu insan. Sonbaharsa soğuktu; ağaçların yaprakları yoktu, olanlar da sarıydı artık. Doğa cazibesini kaybetmişti belki de.
Oysa sonbahar soğuktan evine sığınan aile bireylerini dört duvar arasında buluştran, kolay kolay bu dört duvardan dışarı çıkmasına izin vermeyen tatlı sert bir babadır.Rehavet sonrası yürekleri birbirine hasret kalmış ev sakinlerinin hepbirlikte ince belli bardakta gelen çayı yudumlarkenki huzurudur.Akşamlar uzundur,herkes evine erkenden gider sonbaharda.Esnaflar dükkanlarını erkenden kapatır, ilkbaharın aksine sevdikleriyle geçirecek bol vakitleri vardır.Cıvıl cıvıl sokakları yoktur ama mandalin kokulu sokakları vardır.
Evsizleri düşünüp hüzünlenmeye başlamak, havanın kararmasına ve soğuğa aldırmadan evine ekmek götürebilmek için kestane pişirip satan hiç tanımadığın adama küçük bir destek olabilmek isteğidirMerhamettir aslında..
Mesai bitimi evlerine dönen yağmurda ıslanmış insanların belediye otobüslerine kendilerini atma sevinciyle birbirlerini selamlamasıdır.Bir kaynaşmadır sonbahar.
Kimi zaman sevdiklerine hasret kalabilmektir,özlemdir.Kimi zamansa özleme dayanamayıp sıcacık evinden çıkıp yağmura yakalanmaktır.Fedakarlıktır,özveridir sonbahar.
Anneler çocuklarını hastalıktan koruma amaçlı güçlü tutucu karışımlar yaparlar bu ayda.Çocuklarsa sadece annelerini kırmamak için yemeği kabul ederler karışımı.Sevginin dışa vurumudur sonbahar.
Köşene çekilcek zamanın da çoktur ya bu ayda şarkılar da anlam kazanır.Sevenler sevdiklerini,hasretliler hasretliklerini anarlar sık sık.yumuşacık bir yürektir sonbahar.
İlkbahardaki dışa dönüm,sonbaharda dört duvar arasındaki bir içe dönüme bırakır yerini.Bazen sıcacık bir çayla,bazense bir çorbayla bağlar insanları.Belki ilkbahardaki gibi doğayı değil de,kardeşliği ve sevdiklerimizi yani insanları vadediyor sonbahar.Tılsımı yeşilliğinde değil de yüreklerde..Şimdi tekrar sorsalar doğa mı sevdiklerin mi diye,bu sefer cevabımı verirken tereddüt ederim heralde..
not:karalamatadnda.blogspot.com'un 8 kasım 2009 tarihli yazısıdır.
Not:okuduğunuz bu yazıda olay ve ifadeler hayal gücü olup,gerçekler abartılarak aktarılmıştır:))
Efsane sigara böreği...
Sigara böreği hakkında yazmadan önce tarih araştırması yapmam gerektiğini düşündüm.Uzun bir araştırma evresi geçirdim;yani googleda search ettim."Hamurun icadından sonra ingiliz aşçı Albert Cigarette tarafından Mezopotamya topraklarında keşfedilmiştir" şeklinde bir ifade aradı gözlerim. Ama çok enterasandır ki sigara böreğinin bir tarihçesi yok. Benim çocukluğumun efsanesi bir özgeçmişe bile sahip değilmiş.Oysa benim sigara böreğiyle geçmişim çok büyük.
Aklımın yeni yeni erdiği zamanlardı,tabi bende her hayal gücü geniş çocuk gibi etrafımı inceleyip, değişik kurgular kurardım.İşte bu dönemdebir süre bizim evde sigara böreğinin yapılmadığını farkettim.Ancak misafirliğe gittiğimde ya da pastahane aracılığıyla ulaşabiliyordum sigara böreğine. Acaba neden bizim evde sigara böreği yapılmıyordu.Kesin bizim bilmediğimiz gizli bir tarifi vardı ya da belki de isminde sağlığa zararlı "sigara" kelimesi içerdiği için hoşlanmıyordu annem ve yapmıyordu.Bu şekilde hayal kurcağıma sormayı tercih etseydim muhtemelen "uğraştırıcı olduğu için","kızartma sağlığa zararlı" ya da "çok sevmiyoruz biz sen seviyorsan yapalım" şeklinde sıradan cevaplar alırdım.O zamanda sigara böreği efsane olmaktan çıkardı benim için. Onun gizli bir yanı olmalıydı..
Ayrıca hafifim,hafifsin,hafif sloganlı sıvıyağ reklamında her sigara böreği yiyen nasılda uçuyordu havada. Bu da hayal gücüme birşeyler katıp sigara böreğini daha da esrarengiz yapıyordu çocuk dünyamda..
Çocukluğumun efsanesi hayatıma nasıl girdi hatırlamıyorum ama yeri geldi soğuk kış akşamlarında deneme çıkışı yurtta karşıladı, yeri geldi çayın yanında muhabbeti süsledi.Şimdilerde ise dondurucuda hazır bekleyen kurtarıcı oldu.Tabi sebebi de annemin bu tip şeylerle uğraşmayı seven bir kızının olması.Evet severdim ben sigara böreğini yapmayı; ta ki o hazin kazaya kadar.Sevgili arkadaşlarım için özenle sardığım sigara böreklerini kızartırken telefon çaldı ve geldiklerini,almam için beklediklerini söylediler.Bekletmemek düşüncesiyle hızlı hamlelerle kızaranları çıkarıp yenilerini atıyordum ki hiç çözemediğim bi şekilde yağ kabardı ve sağ elimin orta üç parmağı hayatlarının dramını yaşadı.Yaşamayan bilmez öyle tarifsiz bir acıdır ki kızarmak..O günün ve ardıından gelen birkaç günüm oldukca acıklı oldu.Tabi o an bir daha kızartma yapmaya tövbe ettim.Yoksa bu çocukluğumun efsanesinin hayatımdaki sonu mu olacaktı.Bir tarih burada kapanıyor muydu?
Sonuç mu? Yine bir sigara böreği kızartma esnasında geliyor aklıma tüm bunlar..:))
not:karalamatadnda.blogspot.com'un 14 kasım 2009 tarihli yazısıdır.
Mumdan dişler yapıyoruz labaratuvarda.Şöyle bir baktım etrafıma.Kimi eliyle şekillerdiriyor mumunu,kimi alet kullanıyor.Herkesin amacı aynı ama yöntemi farklı.Modeller aynı olsa da ortaya çıkanlar çeşitli.Genelledim o an durumu:Hayatı şekillendirmek..Neye dikkat ederiz hayatı belirlerken,neye göre şekillendiririz yaşamımızı?Çizgilerimiz neye göre belirlenir?
Vazgeçilmezlerimiz...Attığımız her adımda durup düşünmemizi sağlayacak çizgiler.Hayatı tamamen serbest değil de,insanın kendi kendine oluşturduğu bir çizgide belki de birtakım engellerle yaşamak..Her hamlede vazgeçilmezlerimizi düşünüp ona göre hareket etmek.
Engel deyince irkiliriz önce,itici bir kelime bilinçaltında.Oysa insanın kendi kendine koyduğu engeller, hayatına çizdiği kırmızı çizgiler olası hataları azaltan en büyük faktörlerden.Rotasız bir gemi koca bir okyanusta nasıl yalpalarsa,yönünü çizgisini belirlememiş insanlar da hayatlarını gelgitlerle yaşayıp;tıpkı bir oyuncak hamur gibi hayatın akışı tarafından şekillendirilip,rüzgarın estiği yöne sürüklenirler.
Vazgeçilmezler destektir hayatımıza.Kiminin anne ve babası vazgeçilmezi, kiminin yaradanın rızası.Çalışkan bir öğrenci okulundan derslerinden vazgeçmez,idealist bir birey vazifelerinden. Kimi sadıktır eşine çocuğuna vazgeçemez.Kiminin gelenekleri kiminin felsefi fikirleri vardır vazgeçemediği.Herkesin hayatına göre farklıdır önceliği ama işlevleri aynı.Kendine net çizgiler çizebilmiş ve o çizgileri aşmamış insanlar güçlüdür,ulaşılmazdır çevresinde.
Eğer bir adım atarken sadece kendi isteklerimiz doğrultusunda değil de başka faktörleri de irdeliyorsak bu vazgeçilmezlerimiz olduğunu gösterir,adımımızı atarken yalnız olmadığımızı.Kendimizi sınırlayabildiğimiz ölçüde cesuruzdur bir anlamda.Yoksa her yöne çekilebilen bir birey olmak en kolayı,bu da hataların kaçınılmazlığı tabi.
Peki ya çizgilerin olması sıfırlar mı hataları? Maalesef insan bazen bazen,sürüklenir ortama.İşte böyle bir zamanda sızım sızım sızlarsa ötelerden bir vicdan,pişman olur da silkelenmek isterse insan hala daha kaybetmemiştir vazgeçilmezlerini.Desteği yanındadır, çizgisi belli.
Vazgeçilmezler destektir, destekse güç.Ve insan ancak gücü ölçüsünde ayakta durur...
not:karalamatadnda.blogspot.com'un 22 kasım 2009 tarihli yazısıdır.
Köşe başı yol üstü çocukluğumun her karesi akşamsefası çiçeğiyle dolu benim. Her açık hava serüvenimde, akşamsefalarım beklerdi beni, güneşin batmakta olduğu herhangi bir köşede. Bırakır elimde ne varsa, unutur gideceğim yönü girerdim akşamsefalarının dünyasına izinsiz.Zamanı durdurur hırsla çıkarırdım içindeki siyah tohumunu. Gayretimi o dakika şahlandırır zevkle azmi birleştirir bütün tohumları teker teker ayırırdım yuvasında. Vicdanım kararsız, ama mazeretim değişmez. Hepsinin bittiğine emin olunca, biriktirdiğim tohumları dağıtmaya başlardım başka topraklara. Böylece akşamsefasını daha çok yere yayıyordum kendi dünyamca.
Hayatın akışı bana akşamsefalarımı kaybettirdi. Artık ne geçtiğim yollar, ne de köşe başları vardı bekleyenimi ağırlayan. Ben de unuttum siyahını ayıkladığım yitik mazimi.
Ve bir film sahnesi gözümün önünde. Yaz yağmuruyla başlayan bir hikaye… Zamanın ilk yaz yağmuru buluşturuyor onları ve har yaz yağmuru sihirli bir dokunuş gibi tesadüf kalıbına sığınarak getiriyor onları birbirine. Vedaları da yine bir yaz yağmuruyla oluyor.
Bilinçaltıma yüklenen içli yaz yağmurları fönlü saçı bozulmasından ya da trafiğin sıkışmasından çok daha fazlası. Gecesinde gök gürültüsüyle uyandırmaz, gündüzünde buğulu bir pencere sunar. Yaz yağmuru telaşlı bir anında dudak kıvrımındaki bir serinlik.İlk anda çözemez kaynağını bu serinliğin çevreni süzersin senden başka hisseden var mı diye.Birkaç adım sonra bu sefer tam burnunun ucuna konar bir tane daha. O an anlarsın vakit kısa bir mola vaktidir. Hemen kendini yakın bir çaycıya atar, yağmura en yakın olabilmek için bir cam kenarı seçersin. Cama vuran damlaların serin görünümüyle çayın içine sıcak sıcak akması birbirini dengeler o an. Sonrasında hayaller alır gününün telaşe anlarının yerini. Ya da bazen içinden bir çılgınlık geçer. Sığdıramazsın kıpır kıpır içini dört duvar arasına. Bir de “yaz yağmuru asitli olmadığından saçlara iyi gelir” diye bilimsel bir kılıf hazırlayıp kendine hiç istifini bozmadan yürümeye devam edersin. Konuşulmaz o dakikalarda. Yanındaki elin, başparmakla işaret parmağı arasında gizlinen sevgi damarına birleştirirsin kendininkini. Yağmur şefkatli bir anne gibi bir yandan yüzünü okşayıp konuşur, sen dinlersin puslu zihnini tamamen odaklamaya çalışarak.
Tatlı serinliği dudağımın kıvrımında hissettiğim bir anda tamda çevremi süzmeye hazırlanırken tekrar buldum kayıp mazimi. Akşamsefaları tüm sevecenliğiyle kaplamış yine bir köşe başını. Eski bir dostun hasretiyle yaklaştım, bu sefer tohumuna dokunmadan. Gökyüzünden düşen her bir katre ihtişamını artırıyor, akşamsefası zırhını kuşanmış küheylan gibi gitgide açılıyordu. Güneşin ışıltısı kayboldukça; yağmur hızlanıyor. Artık iri damlalar yıkıyordu yeryüzünün tozunu. Yağmurdan bir kaçış başlıyor, bir tek akşamsefası tılsımlı bir ayna gibi parıldıyor, kana kana içiyordu yağmurun serinliğinden. Kolay olur muydu onca kışın ardından gelen kavuşmada hasreti bir anda giderebilmek. Semadan dökülen her damlanın gönlünde bir akşamsefası, her damlada en hızlı olabilme çabası. Akşamsefası sabırsızdır bu bekleyişte belki ama ümidini hiç kaybetmez yağmuru gecikse de. İlk kavuşan nazlı bir edayla kıvrıla kıvrıla nispet eder diğerlerine. Ve nihayetinde her katre bulur kendi akşamsefasını.
Yağmurun akşamsefasına olan bağlılığı gönüllere mızrak olur. Akşamsefasının yağmura sadakati mahlukata sual.
Akşamsefalarına bakıyorum tek tek. Çiçekleri cesaretin asilliğiyle açılmış, tohumlarını gururla salıyor toprağa. Yağmur iyice hızlanıyor, akşamsefaları sonsuz bir güvenin rehavetinde. Onları yalnız bırakıp ayrılıyorum köşe başından. Yılların derinliğine hapsettiğim akşamsefası mazimi bu defa bana dokunaklı yaz yağmuru getiren. Kimi zaman bir park kenarı, kimi zaman bir köşe başı; her dudak kıvrımı serinliğinde, gözlerimin hedefi sabırsız akşamsefaları…
not:karalamatadnda.blogspot.com 'un 8 mart yazısıdır.
yoğun dönemin durulmasıyla bir süredir ihmal ettiğimi farkettim küçük maskotumu.gece masal seanslarımız uzunca bir araya girdi.her gece 2 tanede anlaşmıştık,eğer bir gece atlarsam ertesi gün 4 tane ceza çarptırıyordum.internetten masal araştırmak o saatteki en büyük sorumluluğumdu benim.bazen üşenip kendim masal dünyasına yeni eserler katıyordum.masal anlatmanın püf noktaları vardır.ince bir ses tonuyla
yavaş ve tane tane anlatılmalı.aksi takdirde uykusu gelmez ve üçüncüyü bekler.hatta bu yöntemi başarıyla uygularsan bir taneyle bile kurtarabilirsin.
bir süredir değil masal anlatmak nadir görmeye başladığım kardeşim boşluğun rehavetindeyken ben,ara ara gelip ilginç soru bombardımanına tuttu.ben de özlemiş olmamdan heralde zekası yanaklarından fışkıran kardeşime sabırla bilimsel açıklamalarda bulundum.o yaşın çocukları meraklı tabi.bir ara olay kahramanı yanımda bitiverdi tekrarda."abla a desene" dedi.dikkatim farklı bir yerde olduğundan istemsizce kendimi doktor karşısında boğaz,bademcik muayenesi yapılıyormuş gibi hissederek, ağzımı "aa" diyerek açtım.bu sefer
tekrar "abla a de" dedi.o an ona şan dersinde gibi bir "a" sesi verdim.yüzüme hayal kırıklığıyla bakıp "abla a de" dedi tekrar."a" dedim o zaman sadece. "b" dedi ve arkasını dönüp gitti.birkaç saniye arkasından bakakaldım..yapmam gereken ne kadar basitmiş meğerse.güldüm kendi kendime.basit düşünmeyi unutuyor muyum yoksa?
ertesi gün yolda orta boylarda 60lı yaşlarda bir amca gördüm.hızlı sayılabilecek adımlarla yürüyor,bir eliyle de yanındakinin bileğini sıkıca tutmuş.ilkin bulunduğum açıdan tuttuğu bileğin sahibi görünmüyordu.o birkaç saniyede bayan olduğu belli olan ele bu kaba davranışı anlamlandırmaya çalıştım,bayansal bir düşünceyle.yanındaki bayanın görüş açıma girdi.kötü benzetmemden dolayı özür diliyorum çok,ama tanımlayacak bir örnek ilk anda algılarımda oluşan.hani arabalara konan yaya bağlı kafası ,sabit desteği olmadığı için harekete bağlı olarak farklı ivmeyle farklı yöne
sallanan fino köpekleri olur ya,bileğin sahibi bayanın da kafası aynı şekilde sallanıyordu.şimdi tıpta buna şöyle deniyor diye başlayan cümleler kurmak isterdim ama daha önce benzer vaka ile karşılaşmadığım için şuan olayın sadece duygusal kısmıyla ilgileneceğim.amcanın yüzüne baktım memnuniyetsiz bir ifade görebilecek miyim merakıyla.aksine tonton simasında sevimli bir tebessüm vardı.elin sahibiyse tam bir güven içerisinde görünüyordu,kendini çekene.fiiliyatta kaba görünen davranış gerçekte nasıl zarif bir bağlılıkmış halbuki.işte o an yapmam gerekeni yaptım ve kendimden utandım.
iki uç kuşağa şöyle bir bakınca hafiften bir de kıyas yapınca konumu yolun ortasında olan A şehrinden B şehrine giden bir aracın geride kalan ve gidilmesi gereken hız zaman yol hesaplamalarında hissettim kendimi.
bir de geçen "sen eskiden böyle heyecanlanmazdın yoksa yaşlanıyor musun" sorusunu geçiştirişim geldi aklıma.nedense içimde yaşlanmaya karşı her zaman önyargı olmuştur.şimdi bu sorunun cevabı evet mi yani?:)
not:karalamatadnda.blogspot.com 'un 30 mayıs 2010 yazısıdır.
Boyası sıyrılmaya başlamış komidinin çekmecesini açtı,içinden soluk fotoğrafı çıkardı.yıllar öncesinin fotoğrafına ne zaman baksa aynı heyecanı yaşardı Sakız hanım.yıllar öncesinin hatırası o kadar tazeydi ki,Sakız hanım fotoğrafı her çekmeceye yerleştirişinde gözyaşlarına hakim olamaz,birkaç tanesini damlatarak eskimesini daha da körüklerdi.gerçi kağıdın eskimesi yüreğinde tam aksi yönde etki yapıyordu.
Son bir kez baktı tekrar fotoğrafa.Sakız hanım,Mahur bey ve oğulları Murat.yılların simalarını birbirine yaklaştırdığı 3 yüzün gülümsediği bir fotoğraf.
Sakız hanım gittikçe duygusallaşmaya,hıçkırıklarına hakim olamamaya başladı.öyle ya o gün tarihlerden 3 ekimdi.3 ekim mahur bayin vefat yıldönümü.
Aslında sadece Mahur beyin değil,Sakız hanımın da ölüm yıldönümüydü.3 yıl önce Mahur beyin ani ölümüyle kendisinin de öleceğini sanmıştı Sakız hanım.
öyle ya onsuz yaşamayalı uzun zaman olmuştu,emindi bu yolculuğun da beraber gerçekleşeceğine.ve günlerce beklemiş,hayattan kopmuş,yememiş,içmemişti Sakız hanım.günler sonra hayata tekrar adapte olabilmiş ve ardından gelen her yılın ekiminin 3ünde kavuşmayı beklemişti.bu gün de onlardan biri olmalıydı.
Oğlu Murat'ın yüzündeki gülümsemeye baktı Sakız hanım.yıllardır öyle çok özlemişti ki bu gülüşü.tek çocukları olmuştu Mahur beyle Sakız hanımın.Sakız hanım
rahatsızlık geçirmiş,rahmi alınmış ve bir daha çocuğu olamayacağı söylenmişti.oysa hem Mahur bey hem de Sakız hanım kalabalık ailelere özenir,çok gençliklerinden beri bir sürü çocuklarının olmasını isterlerdi.yine de evlatları Murat o kadar güzel bir çocuktu ki unuttular çabucak bu isteklerini.
Aslında hayat bazen erken alabiliyordu insanın sevgilerini,sevgilerini değil de sevdiklerini. Murat'ı henüz 27 yaşındayken bir kaza sonucu kaybetmişti Sakız hanım.
Murat'ın vefatından bir yıl öncesinde evde orta çaplı bir yangın çıkmış ve evlerindeki eşyaların bir kısmı yanmıştı.yananlar içinde en can acıtıcı olanlarsa bir kutu dolusu fotoğraftı. Sakız hanım bu yüzden bu fotoğrafa kalan tek miras gözüyle bakar,bir şey olmasından çok korkardı. Murat'ın içinde olduğu yangın itfaiye yardımıyla söndürülmüş eşyaların bir çoğu yanmış olmasına rağmen Murat sapasağlam çıkmıştı."sana bir şey olmadı ya."demişti Mahur bey,"gerisinin ne önemi var."
bir yıl öncesinde ona bir şey olmadı diye sevinen ailesi bir yıl sonrası Muratsız kalmaya mahkum kalmıştı.Murat sörf yapmayı çok severdi ve o haftasonu arkadaşlarıyla tatile çıkmışlardı.Sakız hanımı geceyarısı içli içli çalan telefon uyandırmış ve acı haberi vermişti.Murat akşamüstü denizde kaza geçirmiş saatlerce hastahanede kalmış ve doktor henüz kaybettileri haberini vermişti.Sakız hanım soğukkanlıydı.soğukkanlı davranmıştı bu habere.
ölüm haberini almalarının üzerinden 2 ay geçtikten sonra,Murat'ın yaklaşık 4 ay sonra yuva kuracağı Suna'yı görmeye gitti Sakız hanım.maksadı hem çeyiz niyetiyle hazırladıklarını Suna'ya vermek hem de kızı olmadığı için kızı gibi sevdiği Suna'yı görmekti.Bu sevgi daha ilk defa tanışacakları zaman gördüğünde başlamıştı.Suna, hanım hanımcık bir kızdı.
yumuşak huyluluğu ve zekasıyla etkilemişti Sakız hanımı.sohbeti hoş ve güleryüzlü Sakız hanım kendisi gibi olan gelinine ilk andan beri ısınmıştı.
Suna Murat için yıllar sonra gelen bir tür lütuftu,Sakız hanıma göre.Murat dişhekimliği stajyerliğinin son yılında çok yoğun sevmişti Özlem'i. Özlem Murat'ın hastasıydı,uzun bir tedavi süreci boyunca Murat'ın tedavisindeydi.kültürlü,güzel ve konuşkan karakteriyle Muratla iyi zaman geçirmişler,Murat içten içe bağlanmıştı Özlem'e.5 hafta boyunca her salı günü
Özlem'in tedavi günüydü.Murat ister istemez iple çekerdi Özlem'in gelişini.Özlem o yıl,mimarlık 4. sınıf öğrencisiydi.Tedavi sürecinin son gününde açılmak istemişti Murat Özlem'e ama cesaret edememişti.sadece "sık sık kontrole gel" diyebilmiş ve her gün tekrar gelir mi diye beklemişti.aradan 8 ay geçmiş ve beklediği gün gelmişti,Özlem kapıdaydı.Murat heyecanların en büyüğünü hissetmişti o an.dakikalar süren heyecanı ta ki konuşma sonunda büyük bir hüsrana dönene dek.Özlem o ay içindeki düğününün davetiyesini beraberinde getirmiş,Murat'a mutlaka gelmesini söylemişti."mutlaka geleceğim." demişti bu davete sadece Murat.onu son kez gelinliğiyle görmüş ve gözünün önünde hep öyle kalmıştı Özlem.
Sakız hanım Özlem'i Murat'ın gizlice tuttuğu defterde öğrenmişti.günlerce yemeden içmeden kesilen,doğru dürüst konuşmayan oğlunun bir sıkıntısı olduğunu anlamış ve annelik içgüdüsüyle defterini okumuştu.Murat'ı tertemiz yetiştirmişti Sakız hanım.oğlunun ne denli hassas ve güzel bir kalbi olduğunu bildiği için,yüreği parçalanmış ama bir kez daha gurur duymuştu oğluyla.
Murat son yıl biraz zorlanmış,alttan birkaç dersi kalmıştı.kalan derslerini verdikten sonra kendi muayenehanesini açmış,kısa sürede birkaç yıl içerisinde çevrede tanınmış ve sevilmişti.Güncel teknolojileri takip eden kendini yetiştiren bir gençti.katıldığı bir seminerde tanımıştı Suna'yı.henüz yeni mezun olan Suna dümdüz belinden aşağıya sarkan saçlarıyla,sakin konuşmalarıyla ilk anda içine işlemişti Murat'ın.duygularını saklamamış,kısa süre içerisinde hayatlarını birleştirme kararlarını almışlardı.Sakız hanım böylece tanımıştı Suna'yı.
Suna'nın ailesiyle beraber yaşadığı eve gitmişti çeyizlerle beraber Sakız hanım.Suna görür görmez boynuna atlamış,dakikalarca ağlamışlardı.Gideceği esnada Suna'nın annesi gizli bir yolla getirdiği tüm çeyizleri iade edip,Suna'nın bir hayatı olacağını ve bu şekilde Murat'ı hatırlatacak şeylerin ona zarar vereceğini söylemişti."Murat dirilemeyeceğine göre,hatırlaması ona her an acı verecek" demişti.Sakız hanım ilk an büyük bir hayal kırıklığı yaşamış,sonra hak vererek veda edip evden ayrılmıştı.önce oğlunu şimdi de kızını kaybetmişti.
Eşi Mahur beyle konuşmuş,küçük bir sahil kasabasına yerleşme kararı almışlardı.Mahur bey artık iyice yaşlandığı için işleriyle daha az meşgul olacak,şirketini güvenilir ellere teslim edecekti.
5 yıl kadar ikinci baharlarını yaşamışlardı Sakız hanım ve Mahur bey.oğulları Murat'ı sık sık hatırlıyor,dualarıyla sevindiriyorlardı.Mahur bey kimya mühendisiydi.bir ilaç firması kurmuş başta yöneticilik ve mühendisliğini üstlenmiş,ardından gitgide işlerini büyütüp,büyük bir şirket haline gelmişti.Sakız hanım matematik öğretmeniydi.Şehirde yoğun bir hayat sürdükleri için sahil kasabası fikri ikisine de hoş gelmişti.Sakız hanım çiçekleri çok sevdiği için bahçenin
her köşesi rengarenk çiçeklerle süslüydü.Mahur bey de sulamayı severdi Sakız hanımın çiçeklerini.
iyice gençlik yıllarında bir gün Mahur'un annesinden tarçınlı kurabiyeyi çok sevdiğini duymuştu Sakız hanım.evdeki bütün tarçınlı kurabiye tariflerini bulmuş,içine sinsin diye hepsini denemiş ve bir paket hazırlamıştı Mahur bey için.her tarçın sevmeyen insan gibi Sakız hanıma da tarçın kokusu çok büyük rahatsızlık vermesine rağmen.paketi ne yolla vereceğini şaşırmış,Mahur beyin annesinin evden gideceği vakti beklemişti.sonunda kapıya kadar gelmiş,çekinip geri dönmeyi düşünmüş en son da paketi kapıya koyarak zile basıp saklanmıştı.o an göz göze gelmekten çekinmiş ama tepkisini merak ettiği için gizlice izlemişti Mahur beyi.
Ve tarçınlı kurabiye Mahur beyi simgelemiş,günden güne ustalaşmıştı Sakız hanım.Mahur bey her tarçınlı kurabiyede ilkindekiyle aynı heyecanı aldığını söylerdi.Sakız hanım en başlarda ne kadar rahatsız olsa da tarçınlı kurabiye kokusundan,Mahur beye hiç hissettirmedi mahcup hissetmesin diye.Zamanla o da sevmişti Mahur beyin tarçınlı kurabiyelerini.tarçınlı kurabiye Mahur bey demekti ve fedakarlığın büyüğü gibi kurabiye boyutlarındaki küçücüğü bile hissettirmeden hiç yokmuş gibi davranıldığında güzeldi.günlerden bir gün Sakız hanım artık ustalaştığı tarçınlı kurabiyelerinden yapmış,Mahur bey yine aynı heyecanla yerken kurabiyelerini, bir deste zımbalı kağıt uzatmıştı Sakız hanımın eline,okumasını istemişti.Sakız hanım okumuştu,bir peri masalıydı Mahur beyin verdiği.ama son kısmı eksik olan bu masalı neden verdiğini anlayamamış ve Mahur'a sormuştu."son kısmını sen bul" demişti Mahur bey.Nerden çıktığı,kimin yazdığı hakkında soru sormamasını istemişti.
Sakız masalı çok defa araştırmış,bulamamıştı.Mahur'un yazdığından şüpheleniyordu.Öyle ya daha önce ve sonra defalarca Sakız hanımın adına şiirler yazmış,farklı farklı jestlerle şiirlerini yanına sıkıştırıp Sakız hanımı duygulandırmıştı.
Kesin Mahur bey yazmış olmalı diye düşünüyor ama bir türlü tamamlayamıyordu masalı.masaldaki karanfil seven peri kızı kendi olmalıydı.Mahur masalı Sakız hanımın tamamlamasını istiyordu.
Mahur'un vefatının 3.yıldönümünde masalı tekrar okudu.eline kalemi aldı,saatlerce titreyen elleriyle kalemi tuttu ve kağıda 3 nokta koydu.
çünkü 3 nokta masalın bitmeyeceğini fısıldıyordu.çünkü yılların sevgisinin birlikteliğinin sonsuza dek süreceğini biliyordu Sakız hanım.Sakız hanım ihtiyarlığının da son demlerini yaşıyorken ve tekrar kavuşmaya bu kadar az kalmışken en güzel sonu getirmişti masallarına;sonsuzluk.
not:5 haziran 2010da açmıştım blogumu,basit şeyler adıyla.ve muhtemelen pek sürdürmeyeceğimi,tarzım olmadığını söyleyip,istikrar dilemişim kendime.o günden beri sadık olmaya çalıştım sevgili bloguma.sevimli bir yazıyla bitirmek istedim,pek hikaye yazmışlığım da yoktur ama,özellikle blogda konusunu ve tarzını belirtip hikaye görmek isteyen,bekleyen dostum vardı,kırmak olmazdı zaten.kendimden bir şeyler eklemek istedim,Murat diş hekimi,Sakız hanım da karanfil sever oldu.:)başta farklıydı ama çok sevdiğim şarkıya uyum sağlasınlar diye değiştirdim Sakız hanım ve Mahur beyin ismini,ama sadece isim benzerliği,şarkıyla.:D geri kalan her zamanki gibi "tamamen hayal ürünü olup,kişi kurum ve kuruluşlara benzetilemez." :)
blogu açmama vesile olanlardan,tasarımında yardımcı olanlara,karalama yazılarımı okuyup güzel iltifatlarda bulunan sevgili arkadaşlarıma,düzenli takip eden blogger arkadaşlara kadar hepinize çok teşekkürler.ifade yanlışları,harf hataları ve imla bozuklukları varsa affola.basit şeyler blogum süresini bilemediğim bir süre dinlenmeye çekilecek.döndüğünde herkesi aynı yerinde,aynı dinamikliğiyle görmek ister.
ve 'Basit Şeyler' yokluğunda hayatınızdaki basit şeyleri unutmamanızı istiyor.satırlarca damla sakızından,sayfalarca yeni izlediğiniz bir diziden bahsetmemizi söylüyor.böylece Büyük Şeyler yerine,basit şeyleri harcamış olursunuz diyor.
Varsa Sakız hanım ve Mahur bey gibi sevimli hayatlarınızda mutluluğunuzun devamını,yoksa da aynısından hatta daha da fazlası temennim ile...
sevgiyle kalın.